Uzun zamandan beri ülke gündeminde en çok tartışılan ve konuşulan konuların başında ekonomideki dalgalanmalar gelmekte. Döviz kurlarındaki hızlı çıkışlar ve buna paralel olarak piyasalardaki aşırı fiyat artışları vatandaşlara şok üzerine şok yaşatmakta. Bu artışların nerede ve nasıl duracağına ilişkin herhangi bir bilgi ve emare de olmayışı haliyle insanları endişelendirmekte ve geleceğe yönelik umutlarını kaybetmesine neden olmakta. Piyasalardaki istikrarsızlık ve fahiş fiyatlar doğrudan vatandaşın cebini hedef almış durumda.
Döviz kurlarındaki yükselişin ekonomimiz üzerindeki olumsuz etkilerini çok iyi yaşamış ve tecrübe etmiş olan devlet ve milletimiz ne yazık ki fasit bir dairenin içerisinde yıllardan beri dönüp durmaktadır. Ülkemizin önemli ihtiyaç maddeleri; petrol, doğalgaz, kömür, ilaç, her türlü teknolojik araç ve gereç ve hatta tarım ürünlerinin bir kısmının dışarıdan satın alınmasına dayalı olarak dövize duyduğu ihtiyaç nüfus artışı nedeniyle hiçbir zaman azalmamış aksine giderek artmıştır. Geçtiğimiz yıllarda döviz kurlarının yükselmesini önlemek amacıyla çözüm olarak öne sürülen faiz artışları ve Merkez Bankasının piyasaya döviz satması sonrasında ekonomide işler içinden çıkılmaz hale gelmiştir. ABD, Avrupa ve Asya ülkelerinde faiz nerdeyse sıfırlanmasına rağmen Türkiye’de yüzde 20’lerde olmasının nedenlerinden biri de yüksek kur korkusudur. Bu korku Merkez Bankasının döviz rezervlerini geçen yıl sıfırın altına indirmiştir ve faiz oranlarını dünyadaki en yüksek oranlara yükseltmiştir. Bu korku ülkemizde ABD adına casusluk yapan ve birçok terör örgütüyle ilişkisi tesbit edilen Rahip Brunson’u bile serbest bırakmamıza neden olmuştur. ”Neresinden tutsan değneğin iki ucu da pis ” diye bir deyimimiz var ki bu durumu çok güzel anlatıyor. Vatandaşın alım gücünü düşüren, yoksullaştıran enflasyonunun sebebi olarak faiz gösterilse de döviz kurlarındaki yükselmeyle paramızın değer kaybetmesi ve alım gücünü yitirmesi de aynı sonucu doğurmaktadır. Enflasyonun yükselmesinde faiz sebep olduğu gibi döviz kurları da önemli bir sebeptir. Yılbaşında 7.42 TL olan 1 Dolar bugünlerde 11 TL’ye yükselmişse bu paramızın yüzde 50 değer kaybetmesi anlamına gelmektedir.
2001yılında yaşadığımız ekonomik kriz sonrasında İMF’nin ellerine teslim edilen ekonomimizi iyileştirmek için yazılan acı reçeteleri vatandaşa bir güzel içeren o dönemin iktidarı bir buçuk yıl sonra yapılan seçimlerde bunun bedelini ağır bir şekilde ödemişti. Vatandaşın siyasi tercihini belirlemede en büyük etken olan ekonomik şartların iyileştirilmesi için yapılacak en önemli ve ilk icraat üretimin artırılması ve tasarrufa yönelmek olsa da son yıllarda buna pek riayet edildiği söylenemez. Enflasyon rakamlarının altında yıllarca düşük seviyelerde seyreden döviz kurları nedeniyle ihracatın gözden düştüğü tam aksi yönde ithalatın cazip hale geldiği yıllarda tarım başta olmak üzere hemen her alanda üretimin gerilediği ve hemen her kalem malda dışarıya bağımlı hale gelindiğine şahit olmuştuk. Özelleştirmeler sonucunda elden çıkartılan fabrikalar ve işletmeleri alanlar üretim yapmak yerine ellerindeki arazileri ranta dönüştürüp yüksek binalar diktiler. Aynı zamanda tarım arazilerini ekmek yerine üzerine beton binalar dikmek daha karlı görülüyordu. Sonuçta buğdayı, mercimeği, mısırı, nohudu, şekeri ve eti dışarıdan satın alan bir ülke haline geldik.
Faizin ekonominin baş belası ve enflasyonun sebebi olduğunu anlamasına anladıkta, bütçede faize ayrılan miktarın her sene kartopu gibi büyüdüğünü anlayamadık. 2021 yılı bütçesinde faiz ödemelerine 180 milyar TL ayrılırken bu rakam 2022 yılı bütçesinde 240.4 milyar TL’ye yükseltilmiştir. Kaba bir hesapla şu andaki fiyatlarla devletin faize ödediği miktar günlük tam 1 ton altındır. Yani toplamda bir yılda 365 ton altın faize gitmektedir. Oysa aynı bütçede çiftçinin yapacağı bütün tarımsal üretim için ayrılan destek miktarı ise sadece 25.8 milyar TL’dir. Bütçedeki bu tablo kaynakların üretim için kullanılmadığını gösterirken, tarımın da nasıl ihmal edildiğini gözler önüne seriyor. 2021 bütçesinde tarımsal desteklere 24 milyar lira ödenek ayrılırken, 2022 yılında ise sadece 1.8 milyar liralık bir artış yapılarak 25.8 milyar liraya çıkarılmıştır. Ancak faiz giderlerindeki artış ise korkunç boyutlara ulaşarak 180 milyar liradan 240.4 milyar liraya çıktı. Görüleceği üzere 2022 yılı bütçesinde tarımsal desteklere ayrılan miktar ile faiz giderleri için ayrılan miktar arasındaki makas çiftçinin aleyhine daha da açılıyor. 2021 bütçesinde bu makas 7 kat iken 2022 yılında 9.3 kata çıkacak.
Vergi, zam, ceza, faiz, harç vb… Hepsi vatandaşın sırtında birer kambur olmaya devam ediyor. Gerçek enflasyonla resmi enflasyon rakamlarının uyuşmaması vatandaşın gelirinde düşüşe neden oluyor. Sonuçta acı reçeteyi içen her zaman olduğu gibi memur, işçi, esnaf, köylü, emekli ve dar gelirli vatandaşlar oluyor. Üretim ve istihdamın artması için kaynakların doğrudan reel sektör denilen sanayi, tarım, endüstri ve ticari faaliyetlere aktarılması gerekiyor. Havadan veya kolay yoldan para kazanan rantiye kesimi bu milletin sırtında artık büyük bir kambur olmuştur ve taşınamaz hale gelmiştir. Faiz ve döviz kıskacında sülük gibi bu milletin kanını emmelerine artık müsaade edilmemelidir. Kim nereden ve nasıl kazanıyorsa her vatandaş gibi o da kazancının vergisini vermeli, bir bedel ödemelidir. Acı reçeteyi halka içermek yerine tasarrufa gidilmeli, devletin giderleri kısılmalı ve halka nefes aldırmanın yolları aranmalıdır. Faiz nasıl haramsa israf da, kul hakkı yemek de ve emanete sahip çıkmamakta öyle haramdır. Rabbim bizleri her türlü harama düşmekten muhafaza buyursun, verdiği tüm nimetleri rızasına uygun şekilde kullanmayı nasip etsin. Âmin.