EV

“Ev”; Anadolu toplumunda bir değerler bütününün özü; Yani birçok değerin toplamından daha fazla bir şeydir. Fiziksel olarak bir yapı ama sosyal bir olgu olarak hayatın her alanının başlangıç mekânının tezahürüdür. Fert olarak hayata başlanılan, fertten topluma geçişte aile tecrübesinin yaşandığı yerdir. Ferdin toplumda aile olması için gerek şart -maalesef bu olgu ekonomik sebeplerden zayıfladı- aileyi oluşturanlar için; bazen bir liman, bazen bir tamirhane, bazen bir sığınma yeri, bazen bir psikoterapi yeri, bazen fertten topluma geçişteki “biz” olma talimhanesi, bazen, bazen… Böylelikle devam eder gider. Aslına bakılırsa bu özelliğiyle veya bu özelliği yüklemekle “ev” kendimize verdiğimiz değerin ve saygının ve de beraber yaşadıklarımıza gösterdiğimiz özenin bir göstergesidir. Bir toplumun “ev”e verdiği/yüklediği değer o toplumun birçok özelliğini olumlu/olumsuz ortaya çıkarır.

Ev: Ben olmanın, benim olmanın, kendin olmanın/olabilmenin mekânı ve mahremiyet kalesidir. Hem fiziksel hem de değerler olarak, “ben” olarak her şeyi kendine ait bir ortamda, dış etkilerden korunmuş bir şekilde, tamamen kendi dünyasını inşa ettiği Özgürlük ve güvenlik probleminin zıtlığında optimum büyüklüğün yakalandığı yerdir.

Kâbe, özgürlük ve emniyetin olabilecek optimum büyüklüğe ulaştığı tek yerdir.

Çünkü Beytullah’tır.

“Ev”in “Truva atları” internet, telefon ve televizyondur. “Truva atları” adlandırması, bunların etkilerinden ziyade etkinliğinin boyutunu belirtmek içindir. Yaşadığımız çağda ve coğrafyada “ev” olmanın zorluğu “biz” olmanın zorluğunu beraberinde getiriyor. Bu bir silsile olarak veya hiyerarşik olarak devlet ve uluslararası kuruluşlara kadar gider. Günümüzde, insanın ve insanlığın sorunlarının kesişim alanının büyüklüğü olarak ele alırsak “ev” bu sıralamada başlarda bulunmaktadır. Bu, geleneklerine bağlı olduğu söylenen toplumlarda bile büyük bir sorun olmuştur. Her şeyin temeline ekonomi konulunca ve “ev” olmanın şartı ekonomiye bağlanınca evsizlik, “ev”in bir değer kayması yaşamasına sebep olmuştur.

Bugün kiracılık ortamı ile tarihteki göçebelik olayı arasındaki farkı bulabilen beri gelsin! Hani modern ve yerleşik bir dünyadayız. Aile olarak göçebe, fert olarak göçebe; bu nereye kadar gidecek? Bir insanın/toplumun ilerleyebilmesi/gelişebilmesi için “yerleşiklik” ilk şartlardan biridir. Önce duracaksın, sonra oturacaksın, düşüneceksin ve hareket edeceksin. Toplumların dillerine bakarsanız oturmak ile düşünmek birbiriyle ilişkilidir.

Örneğin, “Undestand ve vukuf” kelimeleri anlamakla alakalıdır. Bu kelimelerde durmak ve bir yerde oturmak vardır. Onun için “ev” bir yerde durmanın, oturmanın sembolüdür. “Ev” bir pergelin sabit ucudur. Hareket eden ucu bazen zaman, bazen de mekân olarak “ev”den uzaklaşır ama tekrar “ev”e döner. Bu bir kısır döngü değil, bir devinimdir. Yağmurun yağmasındaki devinim gibi. Fert bir arıdır “ev” ise petek; işte bu özelliğiyle veya bu özelliği vererek; hem “ev”imizi hem de kendimizi kurtaracağız. “Ev” bir kurum değildir ama kurumların örnek almaya çalışıldığı bir semboldür.

“Ev”in bu özellikleri bir insanın, insanlığa hazırlanmasındaki önemine işarettir. Geçen haftaki yazımızda “Çocuk”tan bahsettik, şimdi bu iki yazı arasındaki ilişkiden şu sonuca varabiliriz kanaatimce: Çocuk, nasıl bir evrensel değerler bütününü potansiyel olarak kendinde taşıyorsa “ev” de bu potansiyelin; toplumun kullanımına, bozulmadan ve toplum ile çağın şartlarına göre hazırlandığı yerdir.

Onun içindir ki; felaketlerin başı “sokak çocukluğudur”; sokak çocuğundan ziyade “sokak çocukluğunun” önünü alalım.

Sağlıcakla kalınız… akö

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
EV

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin