Cenabı Allah beterinden saklasın, neredeyse artık ülkemizde afet ve felaketin olmadığı bir gün geçmiyor gibi. Geçen haftalarda Doğu Karadeniz Bölgemizde yaşanan sel felaketi bu kez de Batı Karadeniz’deki illerimizde daha vahim bir şekilde yaşandı. Kastamonu’nun ilçelerinde meydana gelen sağanak yağışı sonucunda şu ana kadar yirmi beş insanımızı kaybettik maalesef. Aynı şekilde Sinop ve Bartın illerimizde de meydana gelen sel felaketi can ve mal kaybına neden oldu. İki hafta boyunca Akdeniz Bölgemizde meydana gelen orman yangınlarıyla mücadele eden ülkemiz bir yandan da sel felaketiyle karşı karşıya bulunuyor. Kuzeyde sel, Güneyde yangın; bir tarafta kuraklık ve yangın, öte tarafta aşırı yağış ve sel. Sel ve yangınlarda kaybettiğimiz insanlarımız, hayvanlarımız, ağaçlarımız, evlerimiz ve yaşadığımız çevre. Afet üstüne afet, felaket üstüne felaket.
Her konuda televizyon kanalları, sosyal medya ve değişik platformlarda fikir beyan eden çok değerli aydınlarımız ülkemizde meydana gelen kuraklık, aşırı yağış ve orman yangınlarını küresel iklim değişikliğine bağlamak suretiyle bu konuda sorumluluğu, ihmali ve kusuru bulunanları aklamış ve bütün yaşananlarla alakasız göstermeyi başarmışlardır. Kuraklık ve aşırı yağışlar iklim değişikliği sonucunda meydana gelmiş olsa da göz göre göre geliyorum diyen bu afetlere karşılık özellikle son yirmi-otuz yıl içerisinde ne gibi tedbirler alınmıştır? Ülkemizin önemli bir bölümü deprem fay hatları üzerinde olduğu ve sık sık büyük depremler meydana geldiği halde ne gibi tedbirler alınmışsa, kuraklık ve onun tetiklediği orman yangını ve aşırı yağışlar sonucu meydana gelen sel felaketiyle ilgili olarak da o kadar bir tedbir alınmıştır diyebiliriz. Özellikle son yıllarda aşırı büyüyen inşaat sektörü yerleşim merkezlerinin imar planlarını siyasi güç ve baskılarla değiştirerek aslında iskân için hiçte uygun olmayan alanlara binalar dikerek yaşanan felaketlerin sebeplerinden biri haline gelmişdir. Olması muhtemel İstanbul depremiyle ilgili şu ana kadar ne gibi önlemler alınmıştır? Uzun yıllar devam eden dikey yapılaşma sürecinde beton yığınlarına dönüşen İstanbul’un önemli bir bölümünde yaşanacak büyük bir deprem sonucunda ortaya çıkacak vahim tablonun sorumluları kimler olacaktır?
Ülkemizde son bahardan başlamak üzere uzun süre devam eden kuraklık sonucunda özellikle Akdeniz Bölgesindeki ormanların yangın riskiyle karşı karşıya olduğu bilindiği halde ne gibi önlemler alınmıştır? Türk Hava Kurumu, adı üzerinde devletin bir kurumu olduğu halde yönetimindeki özerk yapıdan dolayı niçin ilgisiz bırakılmış ve sahip olduğu uçakların bakımları niçin yapılmamıştır? Ormanlarımızdaki yangın riskini azaltmak için yapılması gereken; yol açma, havuz ve gölet oluşturma, kuru ağaçları temizleme, yangına dayanaklı ağaçlar dikme ve yeterli personel bulundurma ve eğitme konularında neden yangınlardan önce değil de sonra kararlar alınmıştır?
Yağışın çok bol olduğu ve arazi yapısının dik yamaçlardan oluştuğu köy, kasaba, ilçe ve şehir merkezlerindeki çay, dere ve akarsu yataklarına neden imar izni verilmiş ve buralara sele kurban edilecek binalar neden yapılmıştır? Meteoroloji uzmanları birkaç gün önceden aşırı yağış ve sel uyarısı yaptığı halde bu binalar neden boşaltılmamıştır? Bütün olup bitenlerin tek sorumlusu küresel iklim değişikliği midir? Can ve mal kaybına neden olan bütün afet ve felaketleri getirip meteorolojik hadiselere ve tabiat olaylarına mı bağlayacağız?
Daha önceki yazılarımızda da bahsettiğimiz gibi bizim basın-yayın ve aydınlarımızın gündemiyle halkımızın gündemi her zaman birbirinden çok farklı seyretmektedir. Adına ulusal kanal denilen reytingi yüksek televizyon kanallarında ki en önemli konularından biri önümüzdeki seçimlerde muhalefetin Cumhurbaşkanı adayının kim olacağıdır? Bu konu kendilerince o kadar çok önemlidir ki, sanki ülkenin tüm kaderini belirleyen, geleceğini inşa edecek olan, ülkeyi koruyacak, halkı yaşatacak tek kişi cumhurbaşkanıdır. Diğer bir konu da nereden icap ettiyse Suriyeli mültecilerin durumlarıdır. Suriye iç savaşından kaçarak ülkemize sığınan üç buçuk milyon civarında ki Suriyeli kardeşimizin ülkesine geri dönüp dönmeyeceği meselesi bayağı bir gündem konusu oldu. Zalim Esed rejimi, İŞİD (DEAŞ) ve PYD’nin zulmünden kaçan Suriyelilerin sığındığı ülkelerden biride elbette komşu ülkeleri Türkiye olacaktı. Suriye iç savaşını çıkartıp körükleyenler ve onlara destek olanlar bu sorunu çözmeyi nedense hiç düşünmeyip bu konuda Türk halkının insaf ve merhametini istismar etmişlerdir. Şimdi de aynı fitne ve fesatçılar ülkemizin içini karıştırmak için bu meseleyi kaşımaya başlamışlardır.
Ülkemizde tartışılan diğer bir mesele tüm dünyada olduğu gibi Korona virüs salgını ve aşı meselesidir. Ne olduğu ve menşei henüz tam olarak bilinmeyen Kovid-19 virüsü, üzerindeki tartışmalar ve karanlıkta kalan konular olmasına rağmen elbette onunla ilgili üretilen aşıların da tartışılması ve üzerinde şüphe ve endişelerin olması gayet normal bir tepkidir. Kovid-19 salgınına çare olarak dayatılan aşıların henüz bilimsel olarak ve resmi açıdan güvenilirliği onaylanmamış olmasına rağmen “acil önlem” tedbirleri kapsamında insanlara dayatılması ve sürekli bu konunun gündemde tutularak aşı yaptırmayanlara karşı baskı aracı olarak kullanılması da önümüzdeki günlerde ve aylarda yine toplumsal kutuplaşmalara neden olacak bir konu olarak ortada durmaktadır. Özellikle okulların açılaması konusunun getirilip aşıya bağlanması meseleyi trajedik bir kaos ortamına sürüklemekten ve bu konuda yapılması gerekenlerin gözden uzaklaştırılmasından başka bir şeye de yaramayacaktır.
Salgın nedeniyle bir buçuk yıl gibi çok uzun bir süre kapatılan okullar nedeniyle eğitim-öğretimden uzak kalan öğrencilerin ne derece de gerilediği yapılan sınavlarda ortaya çıkmıştır. Üniversiteye giriş sınavlarında bir milyon öğrencinin baraj puanlarını geçemeyerek tercih yapamamasına çözüm olarak baraj puanları düşürülmüştür. Eğitimsizliğin yol açtığı sorunlar ileri ki yıllarda daha da çok kendisini hissettirecek, devlet ve milletimize ağır bedeller olarak ödetilecektir.
Dünyada ve ülkemizdeki doğal afetler ve diğer bütün sorunların nedeni aslında insandır. İnsan düzelmeden dünya düzelmez. Yaratılış gayesini ve Yaradanını unutmuş, O’nun yaşamamız için her şeyi en güzel bir şekilde ve dengede yarattığı bu dünyayı hor ve nankör bir şekilde kullanan aç gözlü ve zalim insanlar eliyle kirletilmesine yok edilmesine şahit olmaktayız. Gerekli önlemler alınmasa, dünya bu zorba ve şeytani zalimlerin tahakkümünden kurtarılmazsa ne yazık ki bizi daha da kötü günler beklemektedir. Tek çare Yaradana teslim olmak ve O’nun ipine sarılmaktır. ABD’si, Avrupa’sı, Çini ve Rusya’sıyla bu zalimlerin elinden dünyayı ve insanlığı kurtarmak lazımdır. Bu da Allah’ın nizamının hâkimiyetiyle olacaktır. Zalim kâfirlerden doğru bir karar beklemek ve onlardan merhamet ummak büyük bir gaflet ve ahmaklıktır. Afganistan’da yaptıkları ortadadır; önce işgal et, karıştır, sonra terk et, bir daha kaosa teslim et. Çözüm İslam’da, çare Kur’an’da, kurtuluş Müslümanların birliğindedir. Rabbim bizlere bu şuuru ve birliği nasip etsin. Âmin.