SİYASETİ DİNLEŞTİRMEK VE DİNİ SİYASALLAŞTIRMAK ÜZERİNE…

Tolumda tartışılan konulardan biri de siyasetin dine müdahale etmesi veya dinin siyasete müdahale etmesidir. Evet, kimilerine göre siyaset dine müdahale temekte, kimilerine göre de din siyasete müdahale etmektedir.

Konunun doğru anlaşılması için öncelikle dinin ve siyasetin ne olduğunu ve sınırlarının nerelere kadar uzandığını belirtmek gerekir.

Din; Allah’ın, insanlara sıratul müstakimi göstermek için gönderdiği kurallar bütünüdür. Dinin sınırı, hak ve adaletin uzandığı yere kadar uzar.

Siyaset ise, kamu yönetimi ve devlet idaresidir. Diğer bir ifadeyle siyaset, devlet adına hak ve adaleti ikame etmek üzere sürdürülen faaliyet ve tasarruflardır. Siyasetin sınırlarını -Müslümanlara göre- din belirler; zira dinin indiriliş sebebi, toplumda hak ve adaleti ikame etmektir. Dolayısıyla siyaset ve yönetim, hak ve adaleti tam olarak yerine getirdiğinde “dini” olur, değilse şeytanidir.

“Dini siyasallaştırma veya siyaseti dinleştirme” mevzusu etrafında yapılan tartışmalar, dinin doğru anlaşılmadığını göstermektedir. Halbuki din, insan hayatının bütün alanlarına yönelik mesajlar içermektedir. Siyaset ve kamu yönetimi de hak ve adaleti muhafaza ettiği için dinin bu alana yönelik önemli mesajları vardır.

Evet din, hayatın bütün alanlarına yön verdiği ve işleri bir takım esaslara bağladığı gibi, siyeseti/yönetimi de kendi haline bırakmadan bir takım esaslara bağlamıştır. Bu esaslar; başta adalet, olmak üzere ehliyet,  liyakat, meşveret, merhamet ve cesarettir.

Kur’ani referanslara baktığımızda Allah, belirttiğimiz esasları öncelikle yönetenlerden istemektedir. Müslümanların her alanda önderi ve rehberi olan Resulullah as da bu Kur’ani referansları merkeze alarak, siyasal ve toplumsal alanda adaleti ve barışı sağlamak için harekete geçtiği bilinmektedir.

Resulullah, Medine’de siyasal ve toplumsal alanda öncelikle muhacir olan Mekkeli Müslümanlarla ensar olan Medineli Müslümanları kardeş yaptı. Ardından İkinci adım olarak, Medine’de tüm toplumun barış içerisinde yaşamalarını sağlayan Medine vesikasını (saldırmazlık antlaşmasını) hazırlatarak taraflara kabul ettirdi. Üçüncü adım olarak da yeryüzünde fesadı/bozgunculuğu önlemek ve yerine ısalhı/barışı ikame etmek için Merkez/Medine dışındaki hasım olan kabileleri barıştırdı. Böylece on yıllık “Nebi devlet başkanı” olarak adaleti ikame etti ve beytülmali (kamunun mali haklarını) hakkaniyetle koruyarak dünyaya örnek oldu.

Resulullah as, kendisinden sonra devlet yönetimini/başkanlığını hiç kimseye ve hiçbir gruba (Kureyş veya Ehl-i Beyt’e) bırakmadı. Onun istediği şahıslar değil, ilkelerdir; zira ona yol gösteren Kur’an, isimlerle değil, ilkelerle hareket etmelerini emrediyordu. O bakımdan Resulullah’tan sonra kişi veya grup bazında yapılan tartışmalar -özellikle siyaseti şekillendirmeye çalışanlardan bir kısmının, “hilafet Kureyş’in hakkıdır”; diğer bir kısmının da “Ehl-i Beyt’in hakkıdır” şeklinde diretmeleri- Müslümanlara büyük kayıplar verdirmiştir.

Dini/ahlaki olan husus, siyaset ve yönetme faaliyetini Kur’an’ın ve aklın uygun gördüğü ilkelerle gerçekleştirmektir. Evrensel hale gelen bu ilkeler (adalet, ehliyet,  liyakat, meşveret, merhamet ve cesaret)    artık bütün ülkelerin ve siyasetçilerin vaz geçilmez kriterleri haline gelmiştir. Bu ilkeleri temel referans kabul edenlerin sitemleri dini/ahlakidir.

Adalet, bütün haklarda ölçülü olmayı gerektirir. Adalet üzere kurulan sistem, hiç kimseyi ve hiç bir ideolojiyi ayrıcalıklı hale getirmemeli, azınlıkların hakları da çoğunluklar gibi korunmalı, onlar da sistem içerisinde temsil edilmeli ve böylece toplumsal mutabakat sağlanarak herkesin her türlü haklardan yararlanmaları sağlanmalıdır.

Ehliyetli ve liyakatli olanlar yönetime getirilmeli ve ayrıca bu yöneticiler dürüstçe denetlenmelidirler. Ülke yönetiminde görev alacak üst düzey yöneticiler (ehliyetli ve liyakatli olanlar), meşveretle (halkın seçimiyle) tespit edilerek göreve getirilmelidirler. Bu yöneticiler hak ve adalet konusunda merhameti elden bırakmayacak ve aynı zamanda Allah’tan başka hiç kimseden korkmadan cesaretli olacaklardır.

Evet, İslam dini temel ilkeler koyar. Sistemin adı ne olursa olsun, hiç kimseye ve hiçbir gruba ayrıcalık tanımaz. Siyasetin ilkeleri yürürlükte olmadığında, yönetimin adı hilafet, cumhuriyet ve demokrasi olması yönetimi “iyi” kılmaz. Geçmiş, geçmiştir, mazide kalmıştır. Geçmişteki krallık, padişahlık, hükümdarlık, sultanlık, monarşik sistemler artık günümüz insanını asla memnun etmemektedir. Tarihte bu sıfatlara sahip olanların zulümlerini tarih unutmadı, unutmayacaktır. İktidarda kalmak için her türlü haksızlığa başvuran ve gerektiğinde çocukları ve kardeşleri bile öldüren kralları tarih unutmadı, unutmayacaktır.

  1. asırda artık dünya siyaseti iktidarı ele geçirenin ömür boyu iktidarda kalmasını doğru bulmamaktadır. İktidar gücü belli dönemlerle (5+5 gibi) sınırlanmalıdır. İktidarda olanlar -ilkeler gereği- iktidarda daha fazla kalmak için yasaları ve teamülleri zorlamamalı ve yeri ve zamanı geldiğinde iktidarı bırakabilme erdemliliğini gösterebilmelidir.

Hülasa, siyaseti dinleştirmek veya dini siyasallaştırmak mevzusu bilgisizlikten kaynaklanan bir durumdur; zira din, her alanda evrensel ilkeler koyar. Siyaset/yönetim de dinin belirlediği bu evrensel ilkelerle yapılmalıdır. Dolayısıyla, bu ilkeler merkeze alınarak ve yeryüzündeki insanlık tecrübesinden yararlanılarak, hem temsilde hem de yasalarda hak ve adaletin sağlanması, azınlıkların hukukunun gözetilmesi, zalimlerin zulmünün önlenmesi için en makul bir sistemin geliştirilmesi Müslümanlar için zaruridir. Aksi takdirde Allah katında ve insanlık nezdinde vebali/faturası ağır olacaktır.

Selam ve muhabbetlerimle…

 

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
SİYASETİ DİNLEŞTİRMEK VE DİNİ SİYASALLAŞTIRMAK ÜZERİNE…

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin