Başta şu ilkeyi hatırlatalım ki “din” konuşulacak ise, mutlaka Kur’an ve onu anlayan elçi ve akıl merkezde olmalıdır. Hangi alanda faaliyet gösterilecek ise, mutlaka Kur’an’ın öğrettiği ahlak ve ilkelerle hareket edilmelidir; lakin maalesef, Tasavvuf/Tarikat hareketi, Kur’an ve onun muhatabı olan akıl yerine, keşf, ilham, rüya, keramet, rabıta hurufilik gibi gnostik kaynaklar üretip onlarla yola çıkmaya başladı ve başka inançlara saptı, yeni bir “amentü” icat etti.
Tarikat dinciliğinin yeni amentüsü şu esaslardan oluşmaktadır:
1.Vahdeti Vücut inancı (la mevcude illallah)
2. Nuru Muhammedi inancı
3. Hulul ve Zuhuriye inancı
4. Tenasuh inancı
5. Velayet inancı
6. Rabıta inancı
Bilindiği gibi, tasavvuf İlmi olarak ortaya çıkan hareket, zamanla mutasavvıfların adıyla tarikatlara dönüştürüldü. Mevlana’ya nispet edilen Mevlevilik, Abdülkadir Geylani’ye nisbet edilen Kadirilik, Ahmed er-Rifai’ye nisbet edilen Rifailik, Ahmed Yesevi’ye nisbet edilen Yesevilik, Hacı Bektaş-ı Veli’ye nisbet edilen Bektaşilik, Bahaeddin Nakşibend’e nisbet edilen Nakşibendilik gibi.
Başlangıçta takva üzere kurulduğu iddia edilen Tasavvuf ve tarikat hareketi, zamanla Hint ve Fars mistisizmi, Eski Türk şamanizmi, Yunan ve gnostisizm felsefesi, Roma pagan fikriyatı ve Hıristiyan ruhbanlığı gibi inançlardan etkilenerek, -fabrika ayarlarından uzaklaşarak- yeni bir dine/amentüye (tarikat dinciliğine) dönüştü. Şimdi, bu sapkın amentü üzerinde durmaya çalışalım.
1.Vahdeti Vücut inancı (la mevcude illallah):
Muhyidinibni Arabi tarafından ortaya atılan bu inanca göre, tüm varlıklar Allah ile birdir. Yani, kainattaki her bir varlık, Allah’ın kendisidir. Dolayısıyla, puta tapanlar da esasen Allah’a tapmaktadırlar; zira Allah’tan başka/ayrı bir varlık yoktur.
Halbuki Kur’an, kainattaki bütün varlıkların sonradan Allah tarafından yaratıldığını ve saati geldiğinde yok olacağını bildirmektedir. Allah dışında bütün varlıklar ölümlüdür; varlıklar Allah ile birlikte olsa, hiç birinin ölmemesi gerekir. Dolayısıyla vahdet-i vücud inancının, Allah’a atılmış bir iftira olduğu açıktır.
2.Hulul ve Zuhuriye inancı:
Hulul; Allah’ın insan bedenine girmesi, Allah ile birleşmesi inancıdır. Cüneyd-i Bağdadi’nin; “cübbemin içinde Allah’tan başkası yoktur” sözü bunu ifade etmektedir.
Zuhuriye ise, Allah’ın, bazı veli kimseler şeklinde ortaya çıktığına inanmaktır. Bu inanca göre Allah, sevdiği kimsenin yanına girer ve kucaklaşırlar. Şemsi Tebrizi, “Allah’ın kendisine kadın suretinde geldiğini ve onunla seviştiğini” iddia eder.
Allah, herhangi bir varlığın bedenine girecek kadar küçük değildir ve -Yahudilerin inancında olduğu gibi- kimseyle güreşmez ve kimsenin suretine de girmez. Allah, batıl olan “müşebbihe” itikatından uzaktır. O hiç kimseye benzemez, benzetilemez.
- Fenafillah inancı:
Allah’a ulaşarak, Allah’ta yok olmak. Akarsuyun denize karışması gibi, Allah’a karışarak kaybolmak… Böylece Sufi O olur, O da sufi…
Mutasavvıflar/sufiler, “seyr-i sülük” denilen bir mürşidin gözetiminde yapılan manevi yolculuk ile “fenafillah” mertebesine (!) ulaştığını iddia ederler. Bu mertebeye ulaşanlar, Allah’ın emir ve nehiylerinden muaf olur ve istediği gibi tasarrufta bulunma yetkisini kazanmış olurlar. (!)
Kur’an’a göre Allah, kimseye hulul etmediği gibi, hiç kimse de Allah’a hulul edemez, O’nda birleşemez ve O’nda yok olamaz. Allah’ın yarattığı her varlığın bir hikmeti, bir maksadı ve bir vazifesi vardır. Onun dışına çıkma imkan ve yetkisi yoktur. İnsan da haddini bilmelidir.
- Tenasüh inancı (Batı dillerinde Reenkarnasyon):
Ruhun bir bedenden diğerine geçmesi, yani, ölümden sonra ruhun yeniden bir bedende yaşamaya başladığına olan inançtır. Ruh göçü, Budizm ve Hinduizmin temel inançlarından biridir.
Ruh göçüne inanmak, Allah’ı güçsüz, yetersiz görmektir. Bu nazariyeyi kabul etmek, Allah’ın, yeni ruhlar veya ölenlere yeniden ruh vermeye gücünün yetmediğine inanmaktır. Allah için böyle bir inanç kabul edilemez. İslam inancına göre her canlının kendi ruhu vardır. Ölümle birlikte ruh sona erer. Kıyamet günü, her insan yeni bir ruhla canlanır. Bu Allah için oldukça kolay bir iştir.
- Rabıta inancı:
Müridin (iradesini kullanmayanın), şeyhini göz önüne getirerek, yüzünü hayal ederek, hatırda tutarak onun üzerinden Allah ile bağ kurmanın adıdır.
Rabıta, vesileciliktir, aracılıktır; şeyhini vesile/aracı kılarak Allah ile bağ kurma inancıdır. Bu inanca göre kişi aracı olmaksızın Allah’a bağlanamaz. Bu zihniyette olan Cübbeli, “direk Allah’a bağlanırsan, şeytana bağlanırsın, trafoyu patlatırsın” demişti.
Tarikat nazariyesine göre, velinin ruhaniyeti değişik şekillere girebildiği için veliler, müritlerine öldükten sonrada görülebilir. Dolayısıyla, ölüler üzerinden de rabıta yapılabilir. Rabıta, secde halinde yapılabileceği gibi, en uygunsuz durumlarda da yapılabilir.
İmamı Rabbani, “mürşidin gölgesi, Hakkın zikrinden daha evladır” diyerek Rabıtayı yüceltirken, M. Ustaosmanoğlu da “şeyhin şeklini hayal etmek, düşünmek, Hakkın zikrinden daha faziletlidir” demektedir.
Kur’an’a göre, başta insan olmak üzere hiçbir varlık Allah’a yaklaşmak için aracı/put yapılamaz; bu inanç açıkça şirktir. Kur’an’da geçen “rabituu/rabıta” kavramı, düşmana karşı sabır ve kararlılık göstermek, dayanışma içinde olmak ve nöbet tutmaktır. İslam’da vesile, sadece Allah’a/iyiliğe ulaşmak için sağlıklı yollar/metotlar kullanmaktan ibarettir. Mesela, bir kimsenin ev, iş, aş sahibi olmasına vesile olmak gibi.
Devam edecek…
Selam ve muhabbetlerimle…