BEŞİR İSLAMOĞLU
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. YAZAR
  4. AKILLA TEMELLENDİRİLMEYEN İMAN KOFTUR

AKILLA TEMELLENDİRİLMEYEN İMAN KOFTUR

featured

Soru şu: “İman” denilen olgu bilgisizce bir kabul üzerinden mi, yoksa epistemolojik bir değer üzerinden mi kıymet kazanır?

Bu haftaki yazımda “iman” kavramının epistemolojik değeri, akıl, bilim/ilim ve tefekkürle ilişkisi üzerinde durmaya çalışacağım.

Temel bir ilke olarak belirtelim ki Müslümanlar bütün mevzularını “vahiy ve akıl” merkezli ele almak zorundadırlar. Vahiy ve akıldan bağımsız hiçbir konu sağlıklı sonuçlara götüremez.

Kur’an’a başvurduğumuzda bütünüyle ilme, akla, tefekküre, tedebbüre, hikmete, kanıta yer verdiğini görürüz. Kur’an, ilmi dikkate almayıp zanlarıyla hareket edenleri ve bilgisizce tartışanları uyarmakta ve zikir/ilim ehlinin üstünlüğünü belirterek bilmeyenlerin zikir ehline (bilgiyle hareket edenlere) sorması gerektiğini, kendilerine ilim verilenlerin ve ilimde derinleşenlerin derecelerinin yükseltildiğini belirtmektedir.

Kur’an mesajı bakımından bütün bunların, (aklı kullanmanın, tefekkürün, bilginin ve bilme faaliyetinin), ne kadar önemli olduğu ayan beyan ortada dururken, alternatif iman provalarıyla –mesela kocakarı imanı ile veya anakronik bilgiyle- hakikate varmaya çalışmak, asla sağlıklı bir netice kazandırmaz. Dolayısıyla ilim olmadan, akıl kullanılmadan, iman akılla temellendirilmeden iyi/sağlam bir imana sahip ve iyi/muttaki bir Müslüman olamayacağımızı bilmemiz gerekir.

İslam dininin en büyük yorumcuları olan Ebu Hanife ve Maturidi “vahiy gelmemiş olsa bile akıl, iyi ve kötüyü, faydalı ve zararlıyı bilir” diyerek akla büyük önem atfetmişlerdir. Kelam alimleri de “Akıl ile nakil taarruz ederse (çatışırsa), akıl evvel (asıl itibar kabul edilir), nakil tevil olunur.” demişlerdir.

Bilmek gerekir ki “akıl dışı, aklın alanı dışında” hiçbir teklif yoktur. Allah, insanlara her ne teklif ediyorsa (bizleri bilgilendirip mükellef kılıyorsa) tümünün muhatabı akıldır. Gaybın da şehadetin de muhkemin de müteşabihin de muhatabı akıldır. Onun için önce sorumluluklarımızı aklı çalıştırarak anlamalı, sonra da inanıp yerine getirmeliyiz.

Ayetler ışığında konuya yaklaştığımızda, iman mefhumunun akılla temellendirildiği açıkça görülecektir. Mesela, İbrahim as, ahiret günü insanların yeniden diriltileceğine inandığı halde, bu imanın (kabulün) akılla aydınlatılmasını istemektedir.

“İbrahim, ‘Rabbim! Ölüyü nasıl dirilteceğini bana göster.’ demişti. Rabbi ona, “inanmadın mı?” diye sorunca, İbrahim, ‘inandım’; fakat kalbimin tatmin olması için (görmek istedim)’ demişti.” (Bakara 260)

Bir ayette de Allah, kendi gücünü ve yetkisini dile getirirken, bu gücün, ancak aklı kullanmakla kavranabileceğini bildirmektedir. (Müminun 78-80)

Başka bir ayette de Allah’ın peşi sıra başka ilahlara tapmakta olanların, akıllarını kullanmadıklarından dolayı şirke düştükleri belirtilmektedir: “İbrahim, ‘Allah’ın peşi sıra size hiçbir yarar ve zarar veremeyen şeylere hala tapacak mısınız?’ demişti. Size de tapmakta olduklarınız şeylere de yazıklar olsun! Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Enbiya 67)

Görüldüğü gibi aklını kullanmayanların, rahatlıkla bir takım sahte/düzmece ilahlara tapabileceklerini haber vermektedir. Allah ile birlikte başka ilahlara tapmadan sağlam bir imana sahip olabilmek için aklın aktif olması ve basiretle hareket edilmesi istenmektedir. Dolayısıyla her neye ve kime inanıyorsak onun, mutlaka vahiy ve akıl temelli olması gerekir.

Yani imanımız (kabullerimiz), vahye, akla ve takvaya uygun olmak zorundadır. Aksi takdirde bazı kimseler, imanımız içerisine Allah ile beraber pek çok sahte ilah yerleştirerek, onlara kul olmamızı sağlayarak bizi aldatabilirler. İşte, bazı kimselerin özlem duyduğu kocakarı ve anakronik iman, bu gibi tehlikeler taşımaktadır. Yani, aldatılmaya, içine Allah’la beraber başka varlıklar katmaya oldukça müsait bir imandır.

Hülasa; vahiy, akıl ve takva temelinde nitelikli bir iman/inanç istiyorsak, bu kocakarı benzeri iman/inanç değil, bilgiye (ilme/bilime), hikmete dayalı aktif bir iman/inanç olmalıdır; zira neye ve kime inandığımızı vahyin ışığında akılla temellendirmezsek, her an inancın temel kaide ve prensiplerinin dışına çıkabiliriz.

Tabi ki doğru bilgi yetmez, doğru bilgiyle birlikte imanın mutlaka salih amelle beslenmesi lazım. Yani iman; taassup, taklitçilik, bağnazlık, riyakârlık gibi olumsuz eylemlerden uzak; tamamen iyi niyet, ihlas, sadakat, sevgi, samimiyet, teslimiyet, hasenat, fedekârlık gibi olumlu aktivitelere sahip olmalıdır.

Kısaca, iman ve dindarlığı daraltıcı bir “dini darlık” olarak değil, aksine akla dayalı aktif ve “devrimci” olarak görmek gerekir. Böyle bir imanla, Kur’an’ın ışığında aklı harekete geçirerek; Rabbimize, kendimize, bütün insanlara ve evrene karşı dürüst, adil ve samimi olmak; kibir ve husumetten, başkasını aşağı, hor ve hakir görmekten uzak durmak zorundayız.

Evet, bütün duyuların merkezi -manevi olarak- akıldır; akılın merkezi de kalptir. Kalpleri (basiretleri) körelmiş olanlar, akıllarını doğru çalıştıramazlar. Akıl doğru çalışmayınca ne göz görür, ne kulak duyar, ne de kalp tasdik eder. (Kaf 37)

NOT: Başka bir makalemde Kur’an’ın bazı soyut kavramlarını akıl ışığında basiretle yorumladığımdan dolayı beni “müşrik” olarak vasıflandırmaya çalışan “hoca efendiye” bu yazımı ithaf ederek insafa davet ediyorum!

Selam ve sağlık dileklerimle…

AKILLA TEMELLENDİRİLMEYEN İMAN KOFTUR
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin