Nebiye atıf ile binlerce herze uydurdun,Yıktın da dini muini, yeni bir din kurdun. (M. Akif)
Bid’at, hakkında dinde kanıt bulunmayan ve sonradan ihdas ve icat edilen inanç ve ibadetlerdir.
Hurafe ise, bunamak anlamındaki “haref” kökünden türemiş bir kelimedir. Kitleleri bunamaya iten bir hastalık olduğu için bu toplumsal illete hurafe denmiştir.
Hurafe, dini bilgiler ve kaideler arasına karışmış yanlış batıl inanç ve ibadetlerdir. Hurafe; iftira, yalan, uydurma rivayet ve ataların geleneklerini körü körüne kabul etmek demektir. Hurafe; akla, mantığa, bilime ve gerçeğe ters düşen aldatıcı, ama çekici sözlerdir.
Lugatçı İbn Manzûr, hurafe “yalan sözün tatlı olanıdır” der. Demek oluyor ki hurafenin, tüm tutarsızlığa rağmen, dinleyene tatlı ve çekici gelen bir yanı bulunmaktadır. Belki de hurafeyi yaşatan, insandaki tatlı söze aldanma şeklinde tecelli eden akıl almaz ahmaklıktır.
Hurafe; sünnetullaha, bilime, akla, vahyin verilerine ters düşen ve çoğunluğu ataların eski kabullerinden oluşan inançların, yaklaşımların, kabullerin, ideallerin, uygulamaların ve tavırların ortak adıdır. Hurafe, Kur’an’da geçen ‘esatir’ (masallar) kelimesiyle eş anlamlıdır. Hurafe ve bid’at lafzi olarak farklı anlamlara gelse de sonuç itibariyle aynı şeydir ve tek kelimeyle “İslam karşıtı olan” demektir.
Dilden dile veya kitaplar aracılığıyla anlatılan hikaye, masal ve rivayetler dinin bir parçası olarak değil de salt hikaye olarak kabul edilip anlatılsa, bir sakıncası olamaz; hikaye ve masal, her yerde, her zaman anlatılabilir, yazılabilir; ancak, uydurma ve yanlış oldukları halde bunlara dini bir maske takılırsa, İslami bir kılıf giydirilirse, o zaman iş değişir; çünkü bu tür rivayetler zamanla dinin yerini almakta, inançlara dönüşmekte ve ibadetler haline gelmektedir.
Bidat, hurafe ve batıl inançların neler olduğunu bilip tanımak, Kur’an’ı ve onun elçisini doğru tanımakla mümkündür. Kur’an’ı ve onun elçisini doğru tanıdığımızda, İslam’ı batıl inanç ve hurafelerden ayıklamak kolay olacak ve insan uydurması adet ve alışkanlıklar, yol bulup hayatımıza sızmayacaktır.
Hurafe ve batıl inanışların dine sokulmasında, genellikle cahillik, alışkanlık, gelenek-görenek, propaganda, çıkar hesapları, istismarlar ve kişisel zaaflar etkili olmuştur.
Hurafe ve batıl inanışların hemen hepsinin temelinde ecdada/atalara bağlılık gelmektedir. Bu yüzdendir ki vahyin indiği yıllarda (cahiliye döneminde) atalarının uydurmalarına sıkı sıkıya bağlı olanlar, ilahi kelama “öncekilerin uydurmaları, masalları” diyerek Resulullah as’dan uzak durmaya çalışıyorlardı. Bugün de durum çok değişmiş değildir; insanlar İlahi kelama ve Resulullah as’ın yoluna davet edildiğinde, hemen atalarının geleneklerine yapışarak karşı çıkmakta ve “Kur’an İslam’ı” diye bir inanç çıkardılar” diyerek insanları bundan uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar. Hatta ilginçtir, “Kur’an sapığı” diye ifadeler kullanılmaktadır.
Demek ki “cahiliye” kılıf değiştirmiş olsa da devam etmektedir! Peki doğrusu ne olacak? “Kur’an İslam’ı” mı, yoksa hurafeler ve batıl inanışlarla dolu atalar dini mi? Dinin sahibi Allah ise, elbette dinin kitabı da Kur’an olacaktır. Müminler asla bundan kuşku duymazlar.
Nebi as; “sözlerin en güzeli Allah’ın kitabı; yolların en doğrusu benim yoludur. İşlerin en kötü ve zararlısı, dinden olmadığı halde sonradan uydurulup dine sokuşturulanlardır. Böyle uydurulmuş her şey bid’attır (hurafedir). Her bid’at da dalalettir/sapıklık sebebidir” diyerek sapıklığın nerde olduğunu açıkça ilan etmiştir. (Müslim, Ebû Dâvud, Nesai, İbn Mace)
Öyle ise, hiçbir müminin, “atalarımızdan böyle gördük” diyerek yanlışları, bidat ve hurafeleri savunmaya hakkı yoktur. Hakikatin ölçüsü Kur’an’da belirtilmiştir: “Hak ve gerçek, Rabbinden gelendir. Sakın kuşkulananlardan olma” denilmektedir. (2/Bakara, 147)
Hurafe ve batıl inanışlara kapılmış kişilerin büyük bir kısmı, bu durumlarına “dindarlık”, bunlara karşı çıkılmasına da “itikatsızlık, inançsızlık, sapıklık” damgasını vururlar. Oysa iyi bilinmesi gerekli olan bir gerçek vardır: Kur’an’ın kabul etmediği anlayış ve uygulamalarla dindarlık olmaz. Dindarlık, ancak dinin sahibini dinlemekle mümkün olacaktır. Bu yüzden dindarlık sanarak hurafe ve batıl inanışlara kapılmak, cennet sanarak cehenneme yönelmektir.
İslam’a sokulan hurafecilik, israiliyat, mesihiyyat, Arap, Hind, Sasani, Türk Şaman ve Yunan geleneklerine dayanmaktadır. Bu gelenek, nazardan muskacılığa, falcılıktan cinciliğe, müneccimlikten ruhçuluğa, kahinlikten satanistliğe (şeytan dostluğuna) kadar akla gelebilecek tüm hurafe çeşitleriyle doludur.
Daha acı olanı, bidat ve hurafelerin çoğunun ‘Hadis’ adı altında ve Nebi’ye nispet edilerek İslam kültürüne girmiş olmasıdır. Bunların başında da Kabul Ahbar (kahin, haham) gelmektedir. Kab, Müslüman görünerek uydurma haberlerle İslam’ı en saf ve taze çağında bağrından hançerlemiştir.
Hristiyanlıkta Pavlus’un etkisi ne ise, İslam’da da Kabul Ahbar’ın etkisi aynıdır. Hristiyanlık, Pavlus’un soktuğu hurafelerden, İslamiyet de Kabul Ahbar ve benzerlerinin ilave ettiği yalanlardan temizlenmedikçe doğru bir şekilde anlaşılamaz.
NOT: Rivayete göre Kabul Ahbar, Hz. Ömer hilafetinde Müslüman olmuş, Hz. Osman zamanında Şam’a yerleşmiş, Muaviye’ye en yakın biri olmuş ve 654 yılında vefat etmiştir. Hz. Ömer, Kab’ın kötü niyetli biri olduğunu anlayınca onu hadis naklinden men etmiştir. O da Hz. Ömer’e karşı kindar davranmış ve Hz. Ömer’i şehit eden örgüte katılmıştır.
Selam ve sağlık dileklerimle…