Bu makalemizi, fikriyatından çok istifade ettiğimiz 20.asrın ilim ve fikir insanı olan Fazlurrahman’ın Kur’an ile ilgili tefekkür ve epistemolojisine ayırdık.
Fazlurrahman’a göre Kur’an, yanılmaz ve hatadan kesinlikle uzak olan Allah Kelamı’dır; ancak, Resulullah’ın kalbine, sonra da diline gelmesi itibariyle de Kur’an, aynı zamanda, Resulullah’ın sözüdür. Resulullah vahiy alırken, adeta beşeri formattan soyutlanarak vahyi idrak ediyordu. Mesela, “ekimussalat” ayeti geldiğinde, hem ses ve hemde uygulamasını (görüntüsünü) alırdı. Yani Allah’ın muradını vahiyle tümel olarak (bütününü) idrak eder ve Arapça olarak dile dökerdi. Reel örnekliği gösterirdi.
Resulullah as, vahye sadece bir söz olarak mazhar olmamış, aynı zamanda vahyin talepleriyle açılımlarıyla, gaye ve amaçlarıyla birlikte mazhar olmuştur. Bütün olarak algıladığı vahyi, Arap diline dönüştürerek tebliğ etmiştir.
Fazlurrahman, her şeyden önce Kur’an’ın mesajını bir bütün olarak anlamakla ilgilenir. Mesajı anlamak ve yorumlamak için iki hamle gereklidir. İlki, günümüzün şartlarından sıyrılıp, Kur’an’ın nazil olduğu döneme gitmek, ikincisi de Kur’an’ın indiği dönemden günümüze yolculuk etmek. Kur’an’ın nazil olduğu döneme gitmemizin nedeni, sadece metne bakmanın Kur’an’da kast edilen manayı idrak etmek için yeterli olmamasıdır. Hem Kur’an’ı tam anlamıyla anlamak, hem de gündelik sorunlara kapsamlı ve yeterli cevaplar bulmak için yapılması gereken metni tarihsel ortamına götürmek ve vahyin maksatları üzerinde yoğunlaşmaktır. Evet, metinden/lafızdan çok, maksada yönelmemiz gerekir; zira toplumsal düzen ve hukuk (fıkıh) alanında Kur’an’ın beyanları nihai değildir.
Çağımızda, Müslümanların en çok ihtiyaç duyduğu şey, Kur’an’a gitmek ve onun ilkelerine göre yaşamaktır. Onun ilkelerine göre yaşamak, Kur’an’ı kanunlar değil, ahlaki idealler metni olarak ele almakla mümkün olacaktır. Kur’an ve sünnete dönmek, onun geçmişteki uygulamalarına dönmek değildir. Kur’an’ın ve sünnetin ne kast ettiğini anlayıp, Kur’an ve Sünnet rehberliğinde bugüne uygun yaşamaktır. “Sadece geçmişe dönüş, mezarlara dönüştür.”
Yapılması gereken iş, içtihat alanını genişletmektir. Klasik gelenekte içtihat, Kur’an’ın görüş bildirmediği yerde devreye girmek idi; fakat aslolan, Kur’an’ın konuştuğu yerde içtihadın devreye girmiş olmasıdır. Yani, ayetlerden İslam’ın temel değer ve normlarını çıkarmak ve onları günümüz şartlarında uygulamaktır. Fazlurrahman’a göre fıkhi alanda Kur’an’ın beyanları, nihai sözler değildir. Müçtehitler, Kur’an’da geçen ayetlerden bir ipucu yakalayarak onu idealize etmelidir. Bilinmelidir ki modern dünyanın İslam’a ihtiyacı vardır; ancak geleneksel İslam bu ihtiyacı karşılamaz.
Fazlurrahman’a göre, Kur’an temelde iki şey getirmiştir. Biri tevhit inancı, diğeri de ahlaki ilkelerdir. Tevhit inancı, güçlü bir ahlaki hassasiyete temel oluşturur. Bu ahlaki hassasiyet de özellikle toplumda sosyal adaleti gözetme olarak vücut bulur. Kur’an’ın indiriliş maksatlarından biri de insana, insanı anlatmak ve insanı kemalata eriştirmektir.
Fazlurrahman; bankacılık, faiz ve riba, ceza hukuku, aile hukuku, aile planlaması, kadın hakları, miras hukuku, zekat, kurban kesimi, namaz vakitlerinin sayısı gibi konularda geleneksel anlayış ve uygulamaları aynen devam ettirmek yerine, ilk iki asırda olduğu gibi mevcut ihtiyaçları, ilerleme ve değişmeleri de dikkate alarak yeniden Kur’an’a dönmek suretiyle, onun sosyal ve ahlaki amaçları doğrultusunda çözümler üretmek gerektiğini dile getirir.
Fazlurrahman’ın miras dağıtımı ve kadının şahitliği ile ilgili verdiği hükümler, tarihselci olarak nitelenmesine kapı aralamıştır. Fazurrahman, Muhammed as devrindeki sosyal şartlar, kadınların toplumdaki yeri, eğitim durumları göz önüne alındığında adalet, kadınlara mirastan üçte bir pay verilmesi olabilirdi; ancak günümüz toplumunda kadın-erkek rollerinin değişimini göz önüne aldığımızda, bu devirde halen kadınlara üçte bir pay verilmekle adaleti sağlamamış olamayız.
Fazlurrahman’ın fikirleri, “Kur’an’ın formel yapısını reddetme, İslam’ın uygulanmasında tarihi tecrübe ve birikimi hiçe sayma, dinde reform yapma” şeklinde yorumlanarak Pakistan’da eleştirilerin odağı haline geldi. Başta Mevdudi olmak üzere gelenekselci ekol ve diğer muhalif çevreler, dinden çıktığına ve dolayısıyla öldürülmesi gerektiğine fetva verdiler. Ölümünü gerçekleştirene, 10 bin rupi ödül verileceğini de duyurmuş oldular.
Fazlurrahman Malik, bunun üzerine ailesiyle Amerika’ya gitmek zorunda kaldı. Kaliforniya ve Şikago üniversitelerinde dersler verdi. 1988 de vefat etti.
Fazlurrahman’ın bütün derdi, Kur’an’a dayalı bir toplum görmekti. Müslümanların birliğini çok önemsiyordu. Yaşadığı dönemde hiç bir devletin İslam devleti niteliği taşımadığını düşünüyordu. Bu birliği tesis edebilecek öncü ülke olarak da Endonezya ve Türkiye’yi görüyordu.
NOT: Bu makale, Firdevs Çağlar’ın (05 Temmuz 2024) Fazlurrahman’ın fikriyatını yansıtan makalesi dikkate alınarak hazırlanmıştır.
Selam ve sağlık dileklerimle…