Kur’an’da ifade edilen bazı kavramlar soyuttur ve muteşabihattır. Muteşabihat, ancak bir takım benzetmelerle, mecazla ve temsili ifadelerle anlaşılabilir. Cin, melek ve şeytan da muteşabihattandır ve ancak benzetmelerle, mecazla ve temsili ifadelerle anlaşılabilir.
Şeytan, Adem kıssasında, önce “iblis” (şaşkınlığa düşüp Allah’ın rahmetinden ümidini kesen ve hüsrana uğrayan) olarak isimlendirilirken, sonra Allah’ın emirlerine karşı çıkınca, itaatten yüz çevirince, kötü işler yaptırıp kovulunca, “şeytan” adını aldı.
İblis, Ademe secde etmeyi kabul etmeyince, Allah onu, Ademin (insanlığın) düşmanı olarak ilan etti. Ardından, Ademi/insanlığı şeytana karşı dikkatli olmalarını istedi: “Sakın, şeytan sizi aldatıp cennetten çıkartmasın” dedi. Ne var ki şeytan, “Ey Adem! Sana ebedilik ağacı ve yok olmayacak mülkü göstereyim mi” şeklinde fısıldayarak günah işlemesine ve cennetten çıkarılmasına sebep oldu. (20/120)
Adem, günah işlediğinde, suçu şeytana atmadı. “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen, hüsrana uğrayanlardan oluruz” dedi. (7/23)
Yine Musa as da bir kavga esnasında arkadaşına yardım edip hasmı öldürünce, “bu (yaptığım) şeytanın işindendir. Doğrusu, ben kendime haksızlık yaptım; beni bağışla” dedi. (28/16)
Bilindiği gibi, şeytan bütün toplumlarda günah keçisidir. Her türlü kötülüğü temsil etmesi, geçmiş toplumların anlayamadıkları, işin içinden çıkamadıkları her türlü hadiseleri cin/şeytan denen habis ruhlara nispet ettiklerinden dolayıdır; zira Kur’an, indiği toplumun algılarını ve bildiklerini dikkate alarak indirilmiştir. O bakımdan, Adem’in cennete yerleştirilmesi ve iblis tarafından günaha sevk edilme hadisesi, bütünüyle temsili bir anlatımdır. Allah, (haşa) şeytanı yaratacak ve onu karşısına alıp onunla pazarlığa girecek aziz bir varlık değildir. Allah’ı böyle basit hadislerden tenzih ederiz.
O halde şeytan, her türlü kötülüğü temsil eden soyut ve muteşabih bir kavramdır. Soyut ve muteşabih olduğu için, benzetmelerle ve temsili olarak ifade edilmektedir. Esasen kötülükleri yapan, akıl ve irade sahibi insanlardır. Dolayısıyla, insana vesvese veren şeytan, insanın içindeki kötü dürtülerdir. Yani, şeytan dediğimiz varlık, kişinin kendi nefsi, sonu gelmez istek ve zaaflarıdır. Kur’an, “nefsinin ona neler fısıldadığını biliriz” (50/16) buyurarak, “fısıldayan şeytanın” esasen, insanın kendi nefsi olduğunu açıkça belirtmiş olmaktadır.
Demek ki bizi yoldan çıkartan, günaha sokan, her türlü kötülük yaptıran karşımızdaki mücessem, somut/canlı bir varlık değil, kendi nefsimizdir. Kendi nefsimiz (enemiz/egomuz); kişiliğimize, mizacımıza, karakterimize ve psikolojimize göre bize vesvese verir. İçgüdülerimiz, bizleri kötü işler yapmaya tahrik eder. O kötülükleri bize sevimli/süslü gösterip beynimize gönderir; beyin de uygular.
Yusuf as’a tuzak kuranlar, kendi kardeşleridir. Kardeşleri kıskançlık huylarını harekete geçirerek, Yusuf’a tuzak kurdular, kuyuya attılar. Bu hadise de yine apaçık düşman olarak kabul edilen şeytana nispet edilerek anlatılmıştır.
Özetle şeytan; insanda bulunan haset, kibir, öfke, şehvet gibi kötü huyları tasvir etmek ve müşahhas hale getirmek için kullanılan bir ifade şeklidir/tekniğidir. “Şeytan sana unutturursa” (6/68) denilirken, esasen unutan insanın kendisidir; ancak “unutma” eylemi, şeytana nispet edilerek ifade edilmiştir.
O halde, siratül müstakim üzere yürümek istiyorsak, vahyi merkeze alarak ve aklımızı kullanarak yürümemiz gerekir. Suçu başkalarında değil, nefislerimizde (egolarımızda) aramamız, en sağlıklı yoldur.Bu yolu başardığımızda, şeytanın (içimizdeki kötü dürtülerin) hiçbir fonksiyonu olmayacaktır. Şunu da belirtelim ki kötü insanlar da çoğu zaman, insanları yoldan çıkartmak ve kötülüğe sevk etmek için şeytani yöntemlere başvuracaklardır. Onlara da dikkat etmek gerekir.
Selam ve sağlık dileklerimle…