Alexis Carreel’in dediği gibi insan gerçekten “meçhul” mu?
Yüce Allah, yarattığı insanın bütün özelliklerini Kur’an’da tanıtır. Önce onun ham maddesini belirtir. Der ki “insan; toprak ve su elementlerinden oluşan, İlahi bir nefha ile hayat kazanan, çileli bir evrimleşme ile önce beşer, sonra da insan olma vasfını kazanan bir varlıktır.
Kur’an, insanın maddi yönünü belirttikten sonra, sosyolojik ve psikolojik yönünü belirterek, onun nankörlük, kafirlik, zalimlik, azgınlık, cahillik, acelecilik, cimrilik, doymazlık, tatminsizlik, hayalcilik, ümitsizlik, kavgacılık, tartışmacılık, çekişmecilik gibi olumsuz özelliklere sahip olduğuna dikkat çekmektedir.
Allah isteseydi elbette insanı tek yönlü -sadece iyilik yapan, kötülüğe kapalı olan- bir varlık olarak yaratırdı; ancak onu, imtihan gereği iki kutuplu (fücur/kötülük ve takva/iyilik) yaratarak nasıl davranması gerektiğini de bildirdi.
Asıl insandan istenen, iradesini salihat ve hasenat (barış ve iyilik) doğrultusunda kullanmış olmasıdır. İradesini doğru kullanmayan insan, çoğu zaman akıl almaz bir rahatlık ve pervasızlıkla Allah’ın nimetlerine nankörlük etmektedir. Adeta kendisine sayısız nimetler bahşeden Allah’a kafa tutmakta, nankörlüğün (küfrün ve zulmün) en çirkinlerini art arda sıralamaktadır.
Evet insan, Kur’an hakikatlerine karşı cahil (kör ve sağır) olursa, fıtratına kodlanmış bütün olumsuzlukları yaşayabilir. Çalışıp helalinden kazanmadan, kazandığı az da olsa şükretmeyi bilmeyen, sahip olduklarıyla yetinmeyen, bir türlü tatmin olmayan ve hakkı olup olmadığını düşünmeden daha çok istemeye kalkışır. Bencillik, hırs, haset, kin ve öfkeyle hareket ederek azgınlaşır.
İnsanın, vahye kulak vermemesi, aklını kullanmaması ve kendisini müstağni, yani kendini her bakımdan yeterli ve üstün görmesi halinde zulüm, azgınlık, hak tanımazlık ve doymazlık gibi kötülüklere sürükleneceği kaçınılmazdır. Zalimlik, nankörlük, cahillik, doymazlık, hayalcilik gibi olumsuz nitelikler insanı çok azgınlaştıran, hak-hukuk, acıma ve insaf tanımayan bir canavara dönüştürür. Bu duruma düşmüş bir insan, varlığın en sefil, en sapık yaratığı haline gelir. (25/44)
Akleden bir insan, Allah’tan başka güvenip sığınacağı bir varlık olmadığını rahatlıkla idrak eder. Güçsüz ve zayıf olduğunu, çıplak gelip çıplak gideceğini, sahip olduklarını bu dünyada bırakacağını iyi bilir. Kazanıp beraber götüreceği tek şeyin, salihat ve hasenat olduğunu asla göz ardı etmez.
Evet, insana ahiret yolculuğunda arkadaş olan ve onu azaptan kurtaran sarsılmaz bir iman, hakça ve adilce bir paylaşım, nimetlere şükür, yardım severlik, insanlara gösterilen şefkat, merhamet, nezaket, hoşgörü ve sevgiden başkası değildir. Öyle ise, aklını doğru kullanan insan, tüm olumsuzlukları bir kenara iterek, kalıcı olan ahiret hayatına yatırım yapar. Bu dünyaya yaptığı yatırımın, ancak cari bir sadakaya (iyiliğe) dönüştüğü takdirde anlam kazanacağını asla göz ardı etmez.
Selam ve sağlık dileklerimle…