BEŞİR İSLAMOĞLU

KALİTELİ BİR SİYASET (YÖNETİM), KALİTELİ İNSANLARLA MÜMKÜN OLUR

Geçen gün, “BİR İKAZ” başlığı altında Kur’an merkezli bir dindarlığa sahip olduklarını iddia edenlerin, seçim atmosferine girdiğimiz şu günlerde politik sahadan uzak durmalarının, hem şahsiyetleri ve hem de dinin politikaya malzeme edinmemesi bakımından önemli olduğundan söz etmiştim.
Demiştim ki politik çıkarlar uğruna her haltı meşru görenlerin havuzuna su taşımak, aklı selim müminlerin işi olmamalıdır. Özellikle söyleyecek sözü olanların, eli kalem tutanların ve topluma rehberlik edenlerin bu pusulu/politik atmosferde yapacakları yorumlara çok dikkat etmeleri gerekir. Aksi takdirde hem kendileri ve hem de islam dini büyük zarar görür.
Bu kısa açıklamaya bazı arkadaşlar olumlu katkılar sunarken, bazı arkadaşlar da “Müslüman siyasi konuda sessiz kalmamalı, zalimlerin karşısında ve mazlumların yanında olduğunu belli ettirmeli ve kime destek verilmesi gerektiğini açıkça ilan etmelidir” gibi hatırlatmalarda bulundular.
Anlatmak istediğimi (vermek istediğim mesajı) tam/açık anlatamadığımı düşünerek siyaset/politika üzerinde bir değerlendirme yapma zarureti duydum.
Bilindiği gibi, siyaset kavramı, etimolojik köken olarak Arapça “seyis” kelimesinden türemiştir. “Atı terbiye etmek”, “hayvanı ehlileştirmek” anlamlarına gelir. Toplumsal anlamda, devlet/kamu işlerini düzenleme ve yürütme işine/mesleğine “siyaset” denilmiştir. Batı toplumlarında ise, “politika” denilmiştir.
Siyaset; halkı yönetme, halkın idaresini üstlenme ve toplumda adaleti sağlama mesleğidir. Müslüman coğrafyasında toplumun işlerini üstlenenlere, imam, halife, emirel müminin, melik, sultan gibi sıfatlar verilmiştir. Bu sıfatların günümüzdeki karşılığı, siyasi lider, devlet başkanı, başbakandır.
İslami siyaset düşüncesinde yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkiler başta adalet, ehliyet, liyakat, emanet, biat ve istişare olmak üzere bir dizi temel ilke üzerine kurulur. Bu ilkeleri dikkate almayan yöneticiler başarılı olamazlar. Onun için yönetim (iktidar), mutlak değil, sınırlı olmalıdır. Toplum, temel ilkelere aykırı hareket eden yöneticileri uyarma ve gerektiğinde değiştirilebilme hakkını özgür iradesiyle kullanabilmelidir.
Kur’an’da toplumun işlerini üstlenenlerin adalet üzere hareket etmelerini emreden ayetlere yer verilmiştir. Mesela, bir ayette Davud as’a hitaben şöyle denilmiştir:
“Biz seni yeryüzünde halife yaptık, onun için insanlar arasında adaletle hükmet. Hevaya (bencil ve çıkarcı isteklere) uyma. Aksi halde heva seni Allah’ın yolundan saptırır. Allah yolundan sapanlar, hesap gününü gözardı etmiş olduklarından, kendileri için şiddetli azap vardır.” (38/26)
Demek ki halife olan erkin (yani milletin/kamunun hizmetini üstlenenin), başta adalet olmak üzere diğer ilkelere uyma zorunluluğu vardır. Yönetilenlerin denetleme görevi, yönetenlerin de hesap verme zorunluluğu vardır. Demokrasilerde 4-5 yılda bir kurulan sandıkla vatandaşlar reylerini/tercihlerini kullanarak istediklerini iş başına getirirler.
Bu girizgahtan sonra belirtmek isterim ki Kur’an merkezli bir dindarlığa sahip olanların, “siyasetten uzak durmaları, kimlerin yöneteceklerine aldırış etmemeleri ve tamamen kendi içlerine kapanmaları gerektiğini” söylemek doğru olmaz; zira Kur’an, sadece yöneticilerin adil olmalarını değil, herkesin adil olmalarını ve zulme karşı durmalarını istemektedir.
Evet, “insan olma” bilinciyle hareket eden herkes, yeryüzünde yaşanan haksızlıklara (zulümlere) seyirci kalmamalıdır. İnsan sosyal bir varlıktır. Sosyal olmak, kişiye bir takım sorumluluklar yükler. Bu sorumluluklarını yaşadığı apartmanda, mahallede, ilçede, ilde ve ülkede, hatta tüm dünyada yerine getirmekle mükelleftir.
Evet, her insanın, kendi güç ve konumuna göre sorumluluğu vardır; ancak topluma önderlik ve rehberlik yapan insanların sorumluluğu daha fazladır. Bu konumda olan insanların, sosyal, siyasal, ekonomik ve diğer alanlarda görüşlerini toplumla paylaşma ve doğruya yönlendirme vazifeleri vardır. Bu görevlerini hakkıyla yaptıkları takdirde toplum tarafından takdir edilirler.
Söz konusu yazımda vermek istediğim mesaj/ikaz, Kur’an merkezli bir dindarlığa sahip olduklarını iddia edenlerin, “günlük kısır ve dedikodulu tartışmalardan uzak durmaları, her yerde ve her zaman Kur’an’ın sürekli gündemde tuttuğu adalet ve ahlak ilkesini canlı tutmaya çalışmaları” gerektiği hususudur.
Evet, Kur’an merkezli bir dindarlığa sahip olduklarını iddia edenler, elbette siyasetten (ülkenin nasıl yönetildiğinden) uzak durmamalıdırlar. Onların siyaseti, günlük heva heves ve çıkarlar değil, yeryüzünde adaleti gerçekleştirmeye yönelik ilkeli çabalar olmalıdır. Dolayısıyla “politikacıların birbirlerini suçlama seanslarına“ cevap vererek taraf olmamalıdırlar. Bu tür kısır çekişmelere girip taraf olurlarsa, politikacıların kendi aralarındaki çekişmelere dahil olup cevap vermeye kalkışırlarsa, toplumda güvenirliliğini kaybeder ve onlar üzerinden “İslam” da zarar görür.
Diğer taraftan, her insanın siyaset yapma hak ve özgürlüğü vardır. Alim ve kanaat önderleri de isterlerse, siyasete fiilen girerek topluma hizmet yarışına katılabilirler; ancak siyasete fiilen girdikten sonra, “alim” gömleğini çıkartmaları gerekir. Aksi takdirde, yaptıkları her hukuksuzluk ve yanlışlar İslama mal olacaktır; zira “din gömleği” ile siyaset yapanların bugüne kadar yararlı olduğu görülmemiştir. Sürekli siyasete alet edilmiştir ve toplum tarafından benimsenmemiştir.
Türkiye’de siyasetçileri (partileri) tercih etmeye gelince, elbette ülkede “demokrasi” yani herkesin fikrini özgürce ifade edebildiği ve reyini özgürce kullanabildiği bir sistem vardır. Her vatandaş ülkede olup bitenleri gözlemleyerek bir kanaat sahip olmaktadır. Tabi her insanın hayata olan bakışı farklı olduğundan, siyasetçilerden beklentisi de farklıdır. Kimisi adaleti, kimisi ekonomiyi, kimisi milliyetçiliği, kimisi özgürlüğü, kimisi seküler bir yaşamı, kimisi de dindarlığı önemser ve kendine yakın bulduğuna reyini verir.
Bütün alanlarda ülkenin “adalet merkezli” bir yönetimle yönetilmesini isteyenlerin, başta kendileri adaletli olmalıdırlar. Kendi bireysel çıkarlarını merkeze alarak değil, ülkenin (hatta insanlığın) çıkarlarını merkeze alarak siyasi yönetici seçmelidirler. Unutulmamalıdır ki siyaset toplumdan azade değildir. Toplum ne kadar kaliteli ise siyaset de ancak o kadar kaliteli olabilir.
Eğer içinde yaşamaya değer bir ülke (hatta dünya) kurmak istiyorsak, başta kendimiz adaletli olmalıyız ve yönetenler kim olursa olsun, adaletten ve diğer değerlerden uzaklaştıklarında denetim mekanizmasını çalıştırarak onları uyararak düzeltmeye çalışmalıyız. Unutulmamalıdır ki yönetenler kim olursa olsun, sağlıklı bir denetim olmadıkça, sağlıklı bir düzen beklenemez. Ömer’in (ra) adalet üzere kurulu yönetiminde denetimin büyük rolü olduğu gibi, günümüzde yönetimlerini sağlıklı yürüten ülkelerde de denetimin büyük rolü vardır.
Selam ve muhabbetlerimle…

KALİTELİ BİR SİYASET (YÖNETİM), KALİTELİ İNSANLARLA MÜMKÜN OLUR

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin