İnsan hayatı, baştan sona sınava tabidir. Hayatın sahibi, “hanginizin daha güzel iş yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yarattım” buyurmaktadır. (67/2) “Mühürlenme” konusunu da bu bağlamda ele almak gerekir.
Evet, yaratılışımızın gayesi, dünyada güzel işler yapmak ve ahirette de semeresine kavuşmaktır. Hayatın sahibi olan Allah, sistemini böyle kurmuştur. “Her insan, emeğinin karşılığını görecektir. Kötülük yapıyorsa kötülük, iyilik yapıyorsa iyilik görecektir.” Bu, İlahi bir kaderdir/yasadır; Allah’ın kainata yerleştirdiği “sünnetullahtır”, değişmez ölçüdür.
Kainattaki o muazzam sistemi ve yasaları doğru okumayıp, kaderi “önceden insanlar hakkında yazılmış alın yazısı” olarak kabul etmek, açık bir sapmadır. Böyle bir kader algısına sahip olanların, ne Allah tasavvurları, ne vahiy kavrayışları, ne din anlayışları ve ne de kader bilgileri sahih olamaz.
Bilinmelidir ki insan için önceden yazılmış bir kader söz konusu değildir. Öyle olsaydı, ne düşünmenin, ne çalışmanın, ne duanın ve ne de ibadetlerin bir fonksiyonu olmazdı. Dolayısıyla insan, ne kazanıyorsa, yaşadığı süre içerisinde kazanıyor veya kaybediyor. Yani, kişi bir anlamda kendi kaderini kendi hazırlar. Dolayısıyla kişinin, başarı sağladığında faturayı kendisine, başarısız olduğunda faturayı kadere/Allah’a kesmesi hadsizliktir.
Allah, her insanı verdiği imkanlar çerçevesinde imtihan eder. Her insana hakikati görmesi için göz, duyması için kulak, kavraması için kalb/akıl verdi. (16/46) İnsanın hakikati idrak etmesi için tüm duyu organlarını kullanması gerekir; aksi takdirde hakikati idrak edemez ve doğru yola giremez.
Görebilmek için gözlerimizi iyi açmalıyız, müşahade etmeliyiz, deney ve tecrübelerden yararlanmasını bilmeliyiz. Duyabilmek için, kulaklarımızı tam açmalıyız. Söylenenleri (rivayet, haber vs.) tahkik etmeli, iyi dinlemeli ve “sözün en güzeline” uymalıyız. Kalbimizi uyanık tutmalıyız. Aklımızı, zihnimizi, gönlümüzü ve vicdanımızı sürekli vahyin ışığında doğru kullanmalıyız.
“Kalplerin mühürlenmesi” veya “Allah’ın mühürlemiş olması” mecazi/kinayeli bir ifadedir. Yani, duyu organlarımızı doğru kullanmadığımızda, kalplerimiz ve kulaklarımız paslanır, gözlerimiz hakikati görmez olur. İşte bu duruma “kalpler mühürlenir” denmektedir. Dolayısıyla mühürleme sebep değil, sonuçtur. Yani, büyüklük taslamanın, azgınlaşmanın ve zulmetmenin faturasıdır.
KİMLERİN KALPLERİ MÜHÜRLENDİĞİNİ KUR’AN’DAN ÖĞRENELİM
“Verdikleri sözü bozdukları, Allah’ın ayetlerinin üzerlerini örtükleri, nebileri haksız yere öldürdükleri ve “bizim kalplerimiz örtülüdür” dedikleri için; evet Allah, nankörlük ederek hakikati yalanladıkları için onların kalplerini mühürlemiştir.” (4/155)
“İman ettikten sonra, inkara yönelen münafıklar, insanları Allah’ın yolundan saptırmaya çalıştıklarından dolayı kalpleri mühürlenmiştir.” (63/3)
“Allah, büyüklük taslayarak ayetlerini tartışanların (40/35), havasını (tutkularını ve çıkarlarını) ilahlaştıranların kulağını ve kalbini mühürler, gözlerine perde çeker ve sapkınlıkta bırakır. (45/23)
“Allah, gerçeği yalanlayan ve idrak etmeyen kimselerin kalplerini mühürler.” (30/59)
“Allah, nankörlük yaparak, dünya hayatını ahirete tercih edenlerin, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürler.” (16/108)
“Allah, haddini aşarak inkara saplananların kalplerini mühürler.” (10/74)
“Kalpleri ve kulakları mühürlenenleri ve gözlerine perde çekilenleri uyarsan da uyarmasan da fark etmez; çünkü onlar inanmazlar.” (2/6,7)
Şair, konuyu şöyle özetlemiş: “Kula bela gelmez, Hak yazmadıkça, Hak bela yazmaz, kul azmadıkça”
Selam ve sağlık dileklerimle…