Kıble ve Kudüs…
Kıblenin kök harfleri KBL’dir. KBL kökü, çekim siğasına ve aldığı ek harflerle onlarca anlam kazanır. “Kabul etmek”ten başlar, kabiliyet, hoş karşılama, istikbal, yön, yönelme ve kabile kelimeleriyle devam edip gider. Mevzumuz gereği, “yön” anlamına gelen kıble üzerinde duracağız. O zaman da karşımıza “Kabe” çıkar.
“Kuşkusuz, insanlar için kurulan ilk ev (mabed), alemlere bereket ve hidayet kaynağı olan Bekke’deki (Kabe’dir). (3/96)
“Hani İbrahim’e evin yerini göstermiş ve ‘bana hiçbir şey ortak koşma, ibadet edenler için evimi temiz tut’ demiştik.” (22/26)
Bu ve benzer ayetler dikkate alınarak, İbrahim as’dan itibaren Kabe Müslümanların birlik ve beraberliği için kıble/yön kabul edilmiştir. Hatta daha Muhammed elçi olmadan, Hanifler’in de Kabe’ye saygı gösterip, ona doğru yönelerek namaz kıldıkları bildirilmektedir.
Kudüs’e gelince; Yahudiler Kudüs’ü, Tanrı Yahve’in kendilerine vadettiği topraklar olarak görürken, Hristiyanlar da tanrının oğlu kabul ettikleri İsa’nın buradan göğe çıkarak Baba’nın yanına oturduğuna ve yine buraya ineceğine inandıkları için kutsal kabul etmektedirler. Hristiyanların bu inançları, daha sonra Müslüman halk tarafından kabul görmüş olacak ki Muhammed Nebi’nin de Kudüs’ten –tıpkı İsa gibi- göğe çıktığına inanılmıştır.
Gerçek şu ki Müslümanların Kudüs ile ilgili bilgi ve inançları İsrailiyat’a dayanan efsanelerden ibarettir. Mescidil Aksa adıyla bilinen mescit, Emevi Sultanı Abdulmelik b. Mervan döneminde yaptırıldığı mevsuktur. Süleyman Mabedi” olarak söylenen mabedin de milattan altı asır önce yıkıldığı söylenmektedir. Kudüs Hz. Ömer döneminde fethedildiğinde, Nebilerle ilgili hiçbir eser barındırmıyordu. Muhammed as’ın buradan miraca çıktığı tam bir efsanedir ve vefatından 200 sene sonra uydurulmuştur.
Kıble mevzusuna dönersek; Ayetlerden ve tarihi vesikalardan açıkça anlaşıldığına göre, Resulullah, Mekke’de yaşamış, Mescid-i Haram’a ve ortasında bulunan beyte/Kabe’ye hep hürmet göstermiş ve o mekanı kıble edinmiştir. Ancak kaynaklara baktığımızda, nereyi kıble edindiği ile ilgili birbirleriyle çelişkili pek çok rivayetin olduğunu görürüz.
Nebi as Mekke’de iken; kimilerine göre sadece Kabe’ye, kimilerine göre Kudüs’e ve kimilerine göre de her ikisine birden yönelmiştir. Medine’ye hicret ettikten sonra de Kudüs’ü kıble edindiği ile ilgili rivayetler çelişkili olduğundan sahih kabul edilemez. İddia odur ki Yahudilerle iyi ilişkiler içerisinde olmak için, bir süre Kudüs’e yönelmiştir.
Şimdi birkaç soru ile konuyu vuzuha kavuşturalım.
1.İnsanlar için kurulan ilk ev (mabed), alemlere bereket ve hidayet kaynağı olan Kabe olduğu (3/96) halde, niçin başka mekanlar kıble olsun?
2. Nebilerin atası olan İbrahim Nebi’nin emaneti olan Mekke’de doğup yaşayan Muhammed as, o Mekke/Kabe dururken, başka mekanları kıble edinir mi?
3. Muhammed as’a Allah’tan bir emir gelmeden, kendi başına Mekke’den vaz geçip Kudüs’e yönelir mi?
4. Kudüs, Mekke (Mescid-i Haram ve Kabe) gibi önemli ise, niçin ayetlerde ismi geçmez, övülmez?
5. İsra 1. Ayette geçen Mescidü-l Aksa’nın Kudüs’te olduğunu kanıtlayan sahih bir belge var mıdır?
(NOT: Kudüs’te bu isimle bir mescidin Muhammed as döneminde olmadığı, 40-50 yıl sonra Abdulmelik tarafından yaptırıldığı belgelidir. Haliyle sorulacaktır; ayette sözü edilen mescit nerededir? Gayet açık ki o mescit, Mescidi Nebi’dir. “Kulu Muhammed’i bir gece M. Haramdan Mescid-i Aksa’ya götüren Allah ne kadar yücedir” ayeti, Muhammed as’ın Mekke’den Medine’ye hicretini hatırlatmaktadır. Bu konuyu daha geniş bir şekilde ele alacağız inşallah…)
6. Medine’de inşa ettikleri ve sonradan ismi M. Nebi olarak kalan mescitte, -bir buçuk yıl kadar- namaz Kudüs’e doğru kılınmış ise, mescidin kuzey tarafında bir mihrap yeri olması gerekmez miydi? Niçin bununla ilgili sahih bilgiler bulunmaz?
7. İddia edildiği gibi, Bakara suresi 144. ayeti, Muhammed Nebi’nin, Kudüs’e yöneldiğini değil, Medine’ye hicret ettiklerinde, namaz için eskiden olduğu gibi Mekke’deki Kabe’ye dönmeyi arzu ettiğini, ancak bu beklentisinin ayetle desteklenmesini istediğini ifade etmektedir. Nihayet, devamındaki ayet, Nebi’nin beklentisine cevap vererek, yüzünü M. Haram (Kabe) tarafına çevirmesi gerektiğini hükme bağlamış oldu.
Kabul etmek gerekir ki Resulullah as sonrası hemen her konuda uydurulan rivayetler, Kur’an ayetlerini doğru anlamamızı zorlaştırmaktadır. İlk yazılan tefsirler, genellikle rivayetler gölgesinde hazırlandıkları için, çokça hurafe barındırmaktadırlar. Bu uydurma rivayetleri bir yana bırakıp, Kur’an’ı kendi bütünlüğünü ve bağlamını dikkate alarak anlamaya çalışırsak, çok daha kolay ve doğru anlamış olacağımızdan asla kuşkumuz olmasın.
Selam ve sağlık dileklerimle…