Önce, Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğuna bakalım…
“Bu Kitap, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkmak için (14/1) bir beyan (açıklama), muttakiler için bir hidayet ve öğüttür.” (3/138)
Bu ayette, Kur’an’ın iki temel özelliğine işaret edilmektedir. İlki, ayetlerin bütün insanlık için bir beyan (açıklama) olması, ikincisi de muttakiler için bir hidayet ve öğüt kaynağı olmasıdır. Muttaki sıfatını kazanmak için, Allah’ın talimatlarına içtenlikle uymak, kötü ve zararlı olan şeylere karşı kendini korumaya almaktır.
Kur’an ile ilgili temel sorundan biri, nasıl okunması gerektiğini bilmemek, ikincisi de “Kur’an apaçıktır, kimseden yardım almadan bütünüyle anlarım” diyerek hüküm vermeye kalkışmaktır.
Peki, Kur’an nasıl okunmalıdır?
“Kur’an’ı sana tane tane okuduk” (25/32) “Sen de Kur’an’ı tertil üzere (tane tane) oku!” (73/4) Tertil üzere okumak; tane tane, ağır ağır anlayarak okumak, özümsemek ve hayata taşımak demektir.
Peki, Kur’an nasıl bir muamele gördü? İnsanlar nasıl okudular?
İlimle uğraşanların dışındakiler, Kur’an’ı anlamadan ve talimatlarını dikkate alamadan “sevap kazanmak amacıyla” seslendirerek Allah’a okumaya çalıştılar. Allah, insanlara okudu; insanlar da Allah’a okudular.
Allah bizden, “adaletli olun, hakları gözetin, iyilik yapın; inkar etmekten, şirk koşmaktan, her türlü kötülüklerden, zararlı davranış ve aşırılıklardan uzak durun” derken, biz bu ayetlerin gereğini yapmadan, gerisin geriye Allah’a okuyarak sevap kazanacağımızı zan ettik.
Bilinmelidir ki Kur’an sevap makinesi değildir; Hayat kitabıdır. Yani insanların hayatlarını düzenler. Dolayısıyla, hayatlarını Kur’an ilkelerine göre düzenlemeden, sadece birkaç ayet-sure okuyarak, Nebiye salavat göndererek sevap kazanacağını zan edenler yanılmaktadırlar.
Müslümanların ekseriyeti, anlamaya yönelik bir çaba içerisine girmeden, ayetleri tecvit kaidelerine göre seslendirerek sevap kazanmaya çalıştılar. Ne kadar çok ayet, cüz ve hatim yaparlarsa, o kadar sevap alacaklarına inandılar. İndiriliş maksadını adeta unutarak, televizyonlarda güzel okuma yarışları düzenlediler ve yüksek dereceler kazanmanın peşine düştüler. Diğer taraftan, mevtalarını da unutmayarak hasıl olan sevabı (!) onlara da gönderme çabasına girdiler.
Bilinmelidir ki Kur’an, bir müzik, ağıt, şiir, hikaye kitabı olmadığı gibi, büyü, cifir, esrar, efsun gibi mitolojik unsurlar taşıyan bir kitap da değildir. Kur’an; insanların akıllarını çalıştırarak, ayetler üzerinde tefekkür, tezekkür, tedebbür ve tefakkuh ederek okumalarını ve böylece maksadını idrak edip, hayatlarını ona göre düzenlemelerini istemektedir.
Peki, Kur’an’ın bütün ayetlerini –kimseden yardım almadan- kolayca anlamak mümkün mü?
Maalesef, mümkün değildir; zira zannedildiği gibi, Kur’an öyle kolay anlaşılan bir kitap değildir. “Kur’an’ın mubin olması” bütünüyle kolay anlaşılması değil, mesajının açık olması demektir. Onun içindir ki “Kur’an’ın anlaşılması” üzerinde çalışan uzmanlar, “Kur’an ilimleri” adıyla bir ilimi disiplin ortaya çıkarmak zorunda kalmışlardır.
Kur’an ilmine vakıf olan uzmanlar, ayetleri anlamaya çalışırken Mekki-Medeni, muhkem-müteşabih, i’caz-mu’ciz, vucuh-nezair, siyak-sibak, tarihi bağlam, esbabı nüzul, mukattaa, meani, meseller, kıssalar, deyimler, mecaz ve kinayeler gibi konular bağlamında izah etmeye çalışmışlardır.
Kur’an’ın inzali tarihsel, mesajı evrensel olduğu için, çağımızın uzmanları önce nüzul dönemine giderek ayetleri, başka ayetlerle anlamalı, sonra da ayetlerdeki benzerlikleri tevil ederek çağa taşımalıdırlar. Bunun için de derin bir müktesebat ve vukufiyet olmalıdır.
Mesela; Nisa 11 mirasta, “erkek çocuğa, kız çocuğun iki katı verilir” denilmektedir. Kur’an’ın amacı, kadına eksik vermek değil, adaleti gerçekleştirmektir. Dolayısıyla, o dönemin konjonktürel durumunu dikkate almayanlar, ayeti doğru anlayıp mesajını çağa taşıyamazlar.
O gün kadınlara bırakın mirastan pay vermeyi, kadınlar insan yerine bile konulmuyordu. Gelir ve harcamalar bütünüyle erkeklere ait olduğu gibi, yükümlülük de erkeklere aitti. Onun için vahiy, bir denge gözetmekteydi. Binaenaleyh, söz konusu ayet, kadınların da erkek gibi sorumlu olduğu çağımızda yeniden yorumlamalı ve adaletli bir şekilde hükme bağlanmalıdır.
Hülasa; Kur’an’ı anlamak elbette kimsenin tekelinde değildir; ancak Kur’an’ı doğru anlayıp yaşamak istiyorsak, Kur’an ilimlerine yönelik müksebatımız olması gerekir. Geçmişin müktesebatından yararlanmadan, kimseden yardım almadan “Kur’an bana yeter” veya “Kur’an her yönüyle apaçıktır” diyerek tek başına anlamaya çalışanlar, muvaffak olamazlar. Vardıkları sonuçlar, “Kitap’a uyma” değil, “kitabına uydurma” olacaktır.
Allah’ın maksadını anlamaya çalışanlar, bilmelidirler ki Kur’an’ı anlamak ve mesajını çağa taşımak kolay değildir. Onun için, dürüst ve objektif olmak zorundadırlar. Bu özellikleri taşımadan bazı kimselerin, -hiç kimseden yardım almadan- salt kendi akıllarıyla anladıklarını söylemeleri ne kadar inandırıcı olur!
Selam ve sağlık dileklerimle…