Muteşabihat; teşbih (benzetmelerle) ve kıyasla anlamları açık ve anlaşılır olan ayetler demektir. İnsan tasavvurunun fevkinde olan Allah’ın zatı ve ahiret alemiyle ilişkin ayetler muteşabihattır.
Kur’an’ın –muhkem olsun, muteşabihat olsun- bütün ayetleri insan aklına hitap etmektedir. Lafzi olarak ifade edilenler muhkemdir; rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Muteşabih ayetler ancak mecaz, temsil ve teşbih yoluyla anlaşılacaktır. Burada şöyle bir soru akla gelebilir; Niçin muteşabihata ihtiyaç duyuldu?
Muteşabihat olmak zorundadır; zira insan zihni yaratılışı itibariyle sınırlıdır ve her şeyi direk idrak edecek kapasite değildir. (gözler O’nu idrak edemez” (6103) Her şeyi idrak eden ve sınırsız güce sahip olan sadece yüce Yaratıcıdır.
Muteşabihat, ğayb ile ilgili bir alandır. Ğayb ise, insan kavrayışının ötesinde metafizik bir alandır. Dinin ana ilkelerinin anlaşılması için öncelikle ğayb konusunun doğru kavranması gerekir. Kur’an’ın dile getirdiği hakikatlerin büyük kısmı, insan kavrayışının üstünde olduğu için, Kur’an, bu hakikatlerin kavranması için, mecaz, temsil ve sembolik ifadeler kullanmaktadır.
Evet, insanın biyolojik yapısı ve zihni, ğayb kapsamında olan metafizik kavramları (varlığı) kavrayacak formatta değildir; ancak yaşanmış bazı tecrübeler üzerinden “temsilen” fikir sahibi olunabilir. Binaenaleyh, Kur’an ayetlerinin tümünü literal (lafzi-zahiri) anlamlarıyla ele alıp, mecaz, teşbih ve temsil hakikatini gözardı edersek, onun ruhuna ve maksadına uygun hareket etmiş olamayız.
Mesela, Allah’ın arşa istivası, lafzi olarak alındığında, Allah’ı zaman ve mekanla sınırlı hale getirmiş oluruz ki o takdirde Allah’ı sıradan bir varlık haline gelmiş olur. Oysa “arşa istiva” ifadesini mecaz olarak aldığımızda, Allah’ın kudretli olduğunu ve bütün varlıklar üzerinde hakimiyet kurduğunu rahatlıkla kavrayabiliriz.
Yine, Allah’ın her şeyi görmesi ve işitmesi de fiziksel bir görme ve işitme olmadığı, -mecazen- bütün bir kainata sahip olduğu rahatlıkla kavranacaktır.
Ahiret hayatıyla ilgili bütün ifadeler (mahşer, cennet, cehennem, ateş, nimetler) muteşabihattır. Ahiretle ilgili tasavvur ve tahayyüllerimiz, ancak dünyadaki varlıklarla kıyaslanarak anlaşılabilir. Bu kıyaslama, ancak mecaz, temsil ve teşbih kullanılarak gerçekleştirilebilir.
Kur’an, müminler cennet nimetlerine kavuştuklarında, “bunlar, daha önce bize bahşedilenlerin aynısıymış” diyeceklerini beyan etmektedir; zira onlara geçmişi hatırlatacak şeyler verilecektir. Aynı durum, cehennemlikler için de söz konusudur.
Cennet nasıl ki dünyevi tecrübelerden anlaşılıyorsa, cehennem de yine dünyevi tecrübelerden anlaşılacaktır. Bu dünyada insana keyif ve mutluluk verici her ne varsa, cennet için de aynı şeyler tahayyül edilmelidir. Yine bu dünyada insana acı, azap, dehşet verecek her ne varsa, cehennem için de aynı şeyler düşünülmelidir.
Hülasa; Muteşabihat olmak zorundadır. Muteşabihat da ancak mecaz, temsil ve teşbih yoluyla anlaşılacaktır. Yani, muteşabihat, insanın kavrayabileceği düşünce kategorilerine göre ancak anlaşılabilir. Allah’ın kürsüsü, eli, görmesi, gazabı/laneti, rızası/sevgisi gibi ifadeler, insana ait terminolojiyle ifade edilecek ki insanlar anlayabilsinler. Aksi takdirde muteşabih kapsamında olan metafizik alem başka türlü nasıl anlaşılacaktır!
Selam ve muhabbetlerimle…