İnsanlık tarihi boyunca çeşitli coğrafyalarda, çeşitli toplumlar gelip gitmiş ve tarih olmuştur. Antik toplumlar olarak Sümerler, Babiller, Hititler, Persler, Asurlular, Lidyalılar, Med uygarlığı Akadlar, Mısırlılar, Yunanlılar, Romalılar vd. tarihte yerlerini alırken, din-inanç olarak da Mecusiler, Hindular, Budistler, Zerdüştler, Sabiiler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar tarihte yerlerini almışlardır.
Muhammed as sonrası, Müslüman toplumlara baktığımızda siyasi arenada Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar gibi toplulukların gelip geçtiğini görürken, Mezhep olarak da kendilerini Şii ve Ehl-i Sünnet olarak adlandıran ve kendi aralarında onlarca hiziplere ayrılan toplulukların gelip geçtiğini görürüz.
Kur’an, bütün topluluklar hakkında şu temel ilkeyi getirmektedir:
“Onlar bir ümmetti; gelip geçtiler. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların kazandıklarından sorumlu değilsiniz.” (2/134)
Bu ayet açıkça, hiç kimsenin ataların yaptıkları iyiliklerden veya kötülüklerinden sorumlu olmayacaklarını taahhüt etmektedir. Bilindiği gibi başta müşrik ve Yahudiler olmak üzere pek çok topluluklar, atalarıyla övünür ve yanlışlarını görmeden onları körü körüne taklit ederler. Oysa atalar/tarihler, hiçbir şekilde övünme veya yerme unsuru olamaz. Tarihte yaşanmış olaylardan ve toplumlardan ders/öğüt alınmalı, yaptıkları güzel işler takdir edilmeli, yanlışları da ayıklanarak terk edilmelidir.
2/134 ayeti, “hiçbir günahkar başkalarının günahını yüklenmez. İnsan için sadece kendi emeğinin (çalışmasının) karşılığı verilecektir” (53/38-40) ayetleriyle birlikte okunmalıdır. Kur’an’ın bu temel ilkesi, hayırlı evlat-insan yetiştiren veya vakıf eserleri inşa edenlerin emeklerinin anında kayıt altına alındığını, ecirlerinin/ücretlerinin ahirette kendilerine tastamam verileceğini açıkça bildirmektedir. Dolayısıyla her insan, sadece kendi emeğine bakmalıdır; öldükten sonra başkalarının, ne iyiliklerinin ne de kötülüklerinin kendisine etkisi olmayacağını unutmamalıdır.
Kur’an, Hristiyanların ademin günahından dolayı, onun çocuklarının sorumlu olacağı “ilk günah” dogmasını doğru bulmaz. İlahi yasa, her insanın kendi yaptıklarından sorumlu olacağını, dolayısıyla sevapların da günahların da şahsi olduğunu bildirir.
Kur’an, ders ve öğüt almamız için geçmiş toplumlardan bizlere bazı kesitler sunmaktadır. Hem Kur’an’da anlatılan kıssaları ve hem de sonrasında yaşanan hadiseleri doğru okuyarak kendimize dersler, öğütler çıkartmalıyız. Bilindiği gibi tarih çatışmalarla, savaşlarla doludur. Birine taraf olmak için değil, yanlış ve doğruyu tespit edip aynı hatalara düşmemek için okumalıyız.
Mesela, Hz. Ali ile Aişe veya Hz Ali ile Muaviye çatışmalarında birinin yanında yer almak için değil, yapılan yanlışları tespit edip, onların düştüğü yanlışlara düşmemek için okumak gerekirken, maalesef insanların çoğu, birine taraf olmakta ve düşmanlığı kıyamete dek sürdürmektedirler.
Resulullah sonrası Müslümanlar tarihine baktığımızda, başta hilafet ve imamet olmak üzere kader, Allah’ın sıfatları, insanın iradesi, kesb, büyük günah işleyenlerin durumu, insanın azap görmesi, Kur’an’ın mahluk olup olmadığı, te’vil gibi konular tartışılmış ve taraflar birbirlerine sert eleştirilerde bulunmuşlardır. Selim akılla ve basiretle hareket eden her insan, bu tartışmalarda birilerine taraf (şucu bucu) olmadan her bir olayı, vahiy ve akıl ışığında değerlendirerek sonuçlandırır.
Demek ki basiretle hareket eden kimse, hiçbir mezhep ve hizbe bağlı kalmamalı, kimden gelirse gelsin, “müminin yitiği” felsefesinden hareketle, doğruya talip olmalıdır. Kur’an ve akıl ölçüsüne ters düşen (Nebimize nispet edilse bile) hiçbir bilgiyi alıp kullanmamalıdır. Fikir kimden gelirse gelsin, söyleyene değil, sözün doğruluğuna bakmalıdır; zira Allah, “sağlıklı düşünen akıl sahipleri (ki onlar, doğru yola iletilen kimselerdir), sözü dinleyip, doğru olana tabi olurlar” (39/18) buyurmaktadır.
Şunu da hasseten hatırlatalım ki bilgi ve fikirlerin kadim olması, onların doğru olduğunu göstermez. Onun için, bilgi ve fikirlerin doğruluğunu test ederken eski olmasına veya taraftar çokluğuna değil, Kur’an ve akla uygunluğuna bakılmalıdır. Bilim ve aklın zirvede olduğu ve her alanda ihtisaslaştığımız bu çağda, doğrulara ulaşmak oldukça kolaydır. Yeter ki ön yargılarımızı terk ederek hadiselere yaklaşalım.
Hülasa; Her insan, sadece kendi emeğinin karşılığını görecektir. Ne geçmişte, ne de gelecekte hiç kimsenin, başkasının günahına ve sevabına katkısı olmaz. Geçmişle övünmek bir katkı sağlamadığı gibi, yermek de katkı sağlamaz. Dolayısıyla her insan, kendi çabasına/emeğine bakmalıdır.
Selam ve sağlık dileklerimle…