BEŞİR İSLAMOĞLU

RESUL VE KİTAP İLE İLGİLİ BİTMEYEN MÜNAKAŞALAR

Allah, toplumlara resuller gönderdiği günden itibaren münakaşalar başlamış, halen sürmektedir. Bu yazıda, “Muhammed Nebi’nin Kitapla ilişkisi” üzerinde durmaya çalışacağız.

Muhammed Allah’ın Resulüdür. Resulullah, Allah tarafından uyarıcı ve müjdeleyici olarak topluma gönderilmiştir. O, sadece Rabbinden kendisine indirilene uymuş ve insanları da buna uymaya çağırmıştır.

Resulullah’a tabi olmak, Allah’a tabi olmaktır. Allah’a tabi olmak da elçisine tabi olmaktır; çünkü elçi, vahiyle Allah’ı ve dinini tanıtmaktadır. Dolayısıyla, Allah’ı seven, ona tabi olmak zorundadır.

Resulullah, Kur’an okuyan ve ona uyan, onu yeterli gören, ona hiçbir şey eklemeyen ve insanlar arasındaki ihtilafları onunla çözen Kur’an Müslümanıydı. O, dini sadece Allah’a halis kılan ve sadece O’na ibadet eden ve hiç kimseyi ortak koşmayan, O’ndan başka evliyalara tabi olmamayı öğütleyen bir insandı.

Allah, sıkıntı olsun diye Kur’an’ı indirmedi; bilakis rahmet ve hidayet olsun diye indirdi. Dolayısıyla insanları Kur’an’a ve elçisine sımsıkı sarılmaya çağırdı. İnsanların ancak Kur’an sayesinde doğru yol üzerinde olabileceğini bildirdi. Ayrıca Kur’an’ın, insanlar için bir öğüt olduğunu ve herkesin ondan hesaba çekileceğini bildirdi.

Kısaca, Resul ve Kur’an ilişkisini böyle özetledikten sonra şimdi de günümüzde gündemden düşmeyen Resul ve Kur’an münakaşaları üzerinde durmaya çalışalım.

Bu konudaki münakaşalara baktığımızda, iki temel soru/sorunun öne çıktığını görürüz. Bunlardan biri, Kur’an’ın tek kaynak ve yeterli olup olmadığı, diğeri de başta Muhammed Nebinin, sonra da diğer insanların, Kur’an eklemeler yapıp yapmadığıdır.

Her şeyden önce, dinin tek/temel kitabının Kur’an olduğundan –yukarıda verdiğimiz ayet mealleri dikkate alınarak- hiçbir Müslümanın kuşkusu olamaz, olmamalıdır. Peki, sorun nedir? Sorun, Muhammed Nebinin fonksiyonudur. Muhammed Nebi, Kur’an’a ekleme yaptı mı, yapmadı mı?

Muhammed Nebinin, Kur’an’a ek yapma veya bazı ayetleri değiştirme hakkının olmadığını, zaten kendisi vahiyle belirtmektedir. Peki, onun müdahalesi nedir? Onun müdahalesi, asla kemiyet olarak bir artırma veya değiştirme değil, sadece keyfiyet olarak vuzuha kavuşturmaktır.

Resulullah as’ın; marufu buyurması, münkerden alıkoymaya çalışması, temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılması, sıkıntı veren şeyleri ortadan kaldırması (7/157); diğer taraftan insanın, Allahla, kendileriyle ve tabiatla ilişkisi; yine namaz, oruç, hac gibi ibadetleri yerine getirme emri, bütünüyle vahiyle gerçekleştirmektedir.

Ancak, Resulullah bunları vahiyle gerçekleştirirken, vahyi teoriden pratiğe dönüştürme görev ve sorumluluğu da vardır. Dolayısıyla bu görevini yerine getirirken ilave açıklamalar yapmak zorundadır. Bunları sadece aktarıp geçemez. Bunları görmezlikten gelerek “bize Kur’an yeter” demek, Kur’an’ı anlamamak ve kimi ayetleri sloganlaştırmaktır.

Nebimizin, -Kur’an ayetlerini pratikleştirme adına- yaptığı uygulamaları ve söylediği sözleri kabul etmeyenlerin, kendilerinin kimi ayetler hakkında yorum ve açıklamalarda bulunmaları açıkça bir paradokstur. Nebi için görmediği bir hakkı, kendileri için görmeleri ne kadar ahlakidir?

O halde, Dürüst olmak, ilim ahlakına uymak ve hakkı teslim etmek zorundayız. Bu dürüstlük şunu gerektirir:

  1. Dinin tek ve yegane kaynağının Kur’an olduğunu,
  2. Kur’an’ı Resulullahın tebliğ ettiğini, açıkladığını ve hayata dönüştürdüğünü,
  3. Günümüz Müslümanlarının, Kur’an’ı ve Nebinin Kur’anla ilgili açıklamalarını dikkate almakla mükellef olduklarını, o dinini nasıl yaşamış ise, bizim de aynı şekilde yaşamamız gerektiğini bilmemiz gerekir.

Bugün, İslam’ı anlamaya ve yaşamaya çalışırken, Kur’an’a ve Resulün uygulamalarına aykırı yüzlerce söz ve uygulamalarla karşılamak mümkündür. Aykırı olanları ayıklamak, ilgili kimselerin başta gelen vazifesidir. Uydurma söz ve uygulamalara öfkelenip, toptancı davranmak ve bütün müktesebatı yok saymak, ilmin ahlakıyla asla bağdaşmaz.

İlim/bilim peşinde olanlar, geçmiş müktesebatı bütünüyle yok sayamazlar. Tarih boyunca ilim/bilim, müktesebattan yararlanmakla gelişmiştir. Dolayısıyla geçmiş müktesebattan ve doğru gördüğümüz yöntemlerden yararlanmak ilmin ahlakıdır. O bakımdan, Kur’an’ın öngördüğü İslamı anlamaya çalışırken, Ebu Hanife’nin içtihat sistematiği olan kıyas, istihsan, istislah, seddi zerai, fethi zerai gibi (iyi, güzel ve yararlı olan) yöntemleri takip etmenin yararlı olacağına inanıyorum.

Selam ve sağlık dileklerimle…

RESUL VE KİTAP İLE İLGİLİ BİTMEYEN MÜNAKAŞALAR

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin