Salah; toplumun, barış ve esenlik içinde -gelişerek- yaşamasını sağlayan yararlı (salihat) işlerdir.
Modernite ise, 17. Asırda Avrupa’da ortaya çıkan ve zamanla tüm dünyaya yayılmış olan toplumsal değerler sistemidir. Diğer bir ifadeyle; hayatın pek çok alanlarında gelenekten ayrılarak yeni bir değişime gitmiş olmaktır. Bu aydınlanma hareketi, Fransız devrimiyle başlamış, sanayi ve teknoloji devrimiyle yeryüzüne yayılmıştır.
Batı medeniyeti, kendi modernitesini rasyonel düşünce, bireyselleşme, sekülerleşme, kentleşme, bilimsellik, endüstriyel devrim, ulus devlet, laiklik ve bürokrasi gibi -kendi inanç ve ruh dünyasına uygun- değerler üreterek gerçekleştirmiştir.
Modernite, insanların gelişmesi için bir gerekliliktir. Batı, yüz yıllar önce modernitesini gerçekleştirdi. Müslüman toplumlar, kısmen modernleşmiş olsa da daha önlerinde yüzlerce sorun bulunmaktadır. Kabul etmek gerekir ki geleneksel Müslüman zihin, moderniteyi Batı toplumunun icadı kabul ettiğinden mesafeli yaklaşarak karşı çıkmıştır. Halbuki modern demek, “şimdiki zamana ait, yeni, usule uygun, tutarlı, ölçülü” olan demektir.
20 yıl önce “yeni/güncel” bir yöntemle bir ilmihal yazmış, adının da “Modern İlmihal” bırakmıştım. Kapağındaki “modern” kelimesini gören pek çok kişi tepki göstermişti. Halbuki oradaki modernlik, tamamen yeni bir usul ve yoruma dayanmaktaydı. Kabul etmek gerekir ki Müslüman toplumun, modernite konusunda kafaları oldukça karışık ve hayatları çelişkilerle doludur. Bir yandan karşı çıkar, diğer yandan, moderniteyi hayatının vazgeçilmezi kılar.
Müslüman toplumlar, gelişmiş toplumlarla yarışabilmek için, kendi inanç değerlerine göre özgün ve estetik bir yenilenmeye gitmek zorundadırlar. Müslümanları birinci sınıf yapacak, hayretlerini celp edecek ve hayranlıklarını uyandıracak bilim ve üretim, ancak modern bir ruhla inşa edilebilir. Müslümanların, kendi özgün modernitesini gerçekleştirmesi, insanların önünü tıkayan ve elverişsiz hale gelen kutsanmış içtihatları terk etmesi bir zorunluluktur. İşlevsiz hale gelmiş ve taklitçilikten ibaret olan geçmiş içtihatları yenilemeden İslam’ın gaye ve hedeflerine ulaşmadığımızı unutmamamız gerekir.
Başta İslam’ın kurucu kaynağı olan Kur’an’ı, modern bir okuma ile okumakla işe başlamalıyız. Kur’an’ı modern bir okumayla okumak demek, ayetleri teakkul ve tefekkür ruhuyla okuyup, inşa edici gücünü hayata kazandırmaktır. Batının modernite müktesebatında yer almış olan rasyonalite, laiklik, sekülerleşme, bireysellik gibi ilkeler, bizim ilkelerimize ters düşer. Bizim modernitemiz, vahiy ve akıl ekseninde ancak anlam kazanır.
Kur’an, insanı merkeze alarak, değerli olduğunu belirtir; ancak insan, ahlak sınırlarını aştığı durumda, bütün değerlerini kaybeder. İnsanı insan yapan, ahlaktır, ahlaki kimliğidir. İnsanın özgün şerefiyle yaşaması ve ahiret mutluluğunu kazanması için, dünya hayatını vahyin ilkelerine göre tanzim etmesi gerekir. İşte, gelenekçi Müslüman zihnin bir türlü anlayamadığı –veya kabul etmek istemediği- husus, geçmiş fıkhı/içtihadı kutsaması (dokunulmaz kılması) ve dolayısıyla moderniteye mesafeli kalmış olmasıdır.
Hülasa, Batı toplumu kendi inanç ve düşünce sistemine göre modernitesini gerçekleştirip, gelişmesini sağlamışken, Müslüman toplumun gerilerde kalması kabul edilemez. Müslüman toplumu, ister bireysel, ister toplumsal alanda olsun, kendine özgü modernitesini (yenileşmesini) gerçekleştirmek zorundadır. Aksi takdirde dünyanın gerisinde kalmaya devam edecek ve böylece hem dünyasını ve hem de ahiretini mamur edemeyecektir; zira unutmayalım, “varlık” kazandırır; varlık da aklı doğru çalıştırmakla, emek harcayarak ancak elde edilir.
Selam ve muhabbetlerimle…