Hurafelerle ilgili birinci makalede hurafelerin, “dine karşı din” olduğunu yazdık. İkinci yazıda Allah ve Resulü ile ilgili üretilmiş hurafelere, üçüncü yazıda Kur’an, cin ve şeytan ile ilgili hurafelere örnekler verdik. Şimdi de tarikat ve gelenekte üretilen hurafelere örnekler vereceğiz. Bilelim ki din, hurafelerden arındırılıp özgürleştirilmedikçe, kimseye yararı olmayacaktır.
- Velayet (evliya) makamı: Tarikat yapılanmasında -hiyerarşik bir yapı olarak- “velayet makamı” icat edilmesi ve kimi şahıslara gavs, gavs-ı azam, kutup, kutbul aktap, şeyh, efendi, mürşit, mürşidi kamil, ricalül gayb (üçler, yediler, kırklar, abdallar, hızırlar) gibi yüksek ünvanlar/makamlar (!) verilerek keramet ve tasarruf sahibi kılınması.
Mesela, Abdülkadir Geylani “Gavs Azam” kabul edilirken, Muhyiddin İbni Arabi de “şeyhül ekber” kabul edilmiştir.
- Tasavvuf ve tarikatta; keşf, ilham, rüya, keramet, rabıta gibi gnostik kavramların bilginin kaynakları olarak kabul edilmesi.
“Resullere mucize, velilere keramet” denilerek, keramet veliliğin göstergesi ve Allah ile aldatmanın yolu haline getirildi. Oysa İslâm tefekküründe temiz fıtrat, duyular, akıl ve şuur, vicdan ve vahiy bilginin kaynakları olarak kabul edilmektedir.
- Rabıta: Müridin (iradesini kullanmayanın), şeyhini göz önüne getirerek, yüzünü hayal ederek, hatırda tutarak onun üzerinden Allah ile bağ kurma faaliyeti. Oysa Allah, “size şah damarınızdan daha yakınım” buyurarak, hiçbir aracıya/sahtekarlığa yer vermemektedir.
- Kendilerini belli derecelere çıkartanların, “bize yazdırıldı”, “başta efendimiz olmak üzere, birçok sahabe, evliya ve mukarrebin ile görüşüyoruz ve peygamber efendimiz sohbetlerimize katılıyor” demeleri.
- Ruhun ölmezliği ve tenasüh (reenkarnasyon): Ruhun ölmezliğini iddia etmek ve ruhun bir bedenden diğerine geçtiğine, yani, ölümden sonra ruhun yeniden bir bedende yaşamaya başladığına olan inanç. Oysa ruh göçü, Budizm ve Hinduizmin temel inançlarından biridir.
- Ölülerden medet ummak. Kimi ölülerin mezarını türbeye dönüştürmek, o türbelerde mum yakmak, bez bağlamak, taş yapıştırmak, adak adamak suretiyle onların ruhaniyetinden medet ummak, direk veya aracı kılınarak yardım istemek, o ziyaretlerin hastalara şifa olacağına inanmak.
- Ölülerin kabirde azap gördüğüne, münker ve nekir tarafından sorgulandığına, kimi ölülerin, dışardaki konuşmaları duyduğuna, bazen mezardan çıkıp dolaştıklarına, ölen kişinin ruhu gelir diye, cenaze evinin sürekli aydınlatılmasına inanmak.
- Dua ederken –sanki Allah uzaklardaymış veya torpil olmadan kabul etmeyecekmiş gibi- davranarak “falanca kişilerin yüzü suyu hürmetine” diyerek onları vesile/aracı kılmak. Bazı duaların veya ayetlerin, Arapça ve belli sayıda okuyup üflemek kaydıyla kabul edileceğine inanmak.
- Özellikle sağlık sorunu yaşayanların ve çeşitli hadisler karşısında çaresiz kalanların tıptan, bilim ve akıldan yararlanma yerine, sözüm ona hoca, şeyh, baba, dede, efendi gibi muskacılara, büyücü ve kahinlere başvurmaları. Maalesef, bu bilim ve akıl çağında halen cincilerin, büyücülerin, kahinlerin, arrafların, müneccimlerin, cin ve şeytanlarla irtibat halinde oldukları iddia edilmekte, hem geçmişe, hem de geleceğe ait bilgiler verdiklerine inanılmaktadır.
- Nazar inancı: Bazı kimselerin bakışında zararlı güç bulunduğuna, her hangi bir varlığa baktıklarında, o varlığa zarar verdiklerine olan ilkel bir inançtır. İlkel toplumlar, nazara karşı kendilerini korumak için “nazarlıklar” icat etmişler ve bu nazarlıkları çeşitli yerlere asarak, hatta kurşun döktürerek bertaraf etmeye çalışmışlardır. Oysa kem göz ve bakışlar, sadece sahibine zarar verir.
- Gaipten haber vermek, ruh çağırmak, bazı şeyleri uğursuz saymak, -mesela yedi sayısının uğurlu olduğunu düşünmek- sihirbazlık, falcılık yapmak, türbelere adak adamak, mum yakmak, çaput bağlamak, nazarlık takmak, türbelerden veya Mekke ve Medine’den getirilen topraktan hastalara yedirmek ve böylece şifa bulacağına inanmak, falan gün yola çıkmamak, yıkanmamak veya çamaşır yıkamamak, dikiş dikmemek, “iki bayram arasında nikah kıyılmaz” demek gibi akıl dışı şeyler hurafedir, batıldır.
- Astrolojik fala inanmak: Yıldız hareketleri ve astrolojik burçlar/olaylar ve döngüler doğrultusunda inanç oluşturmak, fikir edinmek, burçlar doğrultusunda tercihlerde bulunmak ve günlük hayatını bu doğrultuda şekillendirmek, hatta evlenmeye karar vermek.
- Kur’an’da beyan edilen kader tasavvurunu dikkate almadan, her türlü olumsuzluğu kadere (dolayısıyla Allah’a) fatura etmek, bir tür kadercilik inancı geliştirerek sorumluluktan kaçmak ve bu inancı iman esasları arasına sokmak. Oysa Kur’an; kader, uğur, şans, talih, nazar, sihir, büyü, muska, tılsım, miraç, şefaat, ruhçuluk, cincilik, mesih, mehdi gibi mitolojik inançları reddederek yerine “kişinin çabasını” ilkeleştirir. (53/39)
14 – İsa as’ın gökten ineceğine, haçı kıracağına, domuzu öldüreceğine, cizyeyi kaldıracağına; “Mehdi” denen hayali şahsın gelip insanları refaha erdireceğine; “hızır” adında birinin her yerde dolaştığına inanmak hurafedir, batıl inançtır; zira Kur’an, İsa as’ın vefat ettiğini, her insan gibi kıyamette dirileceğini bildirirken, Mehdi ve Hızır’ın varlığından söz etmez.
Hurafelere örnek vermeye devam edeceğiz, inşallah…
Selam ve sağlık dileklerimle…