Hani derler ya,”bela ve musibetler yağmur gibi yağıyor” diye. 2020 yılında bu durumu az çok yaşamıştık. 24 Ocak Elazığ depreminin ardından gelen Korona salgını, İzmir depremi ve ard arda gelen birçok afet ve musibetlerle millet olarak bayağı sarsılmış, üzülmüştük.2021 ve2022 yılları ekonomik krizlerle geçmişti. 2023 yılında asrın felaketi 6 Şubat depremleriyle çok derinden sarsılmıştık. 7 Ekim 2023 tarihinden beri evam eden Gazze’deki soykırım kanayan yaramız olarak devam ediyor. 2024 yılında da yine seller, heyelanlar ve yangınlar devam etmişti. İçinde bulunduğumuz 2025 yılını inşallah kazasız belasız geçiririz diye umut ediyorduk. Ancak bu yılda doğal afetler ard arda gelmeye başladı. Türkiye genelinde nisan ayındaki kar yağışı ve soğuk havanın etkisiyle yaşanan zirai dondan başta kayısı olmak üzere üzüm, incir, elma, erik, kiraz, vişne, fındık, ceviz, badem, şeftali, Trabzon hurması gibi ürünler etkilendi. 36 ilde gerçekleşen zirai don başta meyve ağaçları olmak üzere birçok tarım ürünün de büyük kayıpların yaşanmasına neden oldu. Üreticileri kara kara düşündüren don olayı tarihte eşine pek az rastlanan çok büyük bir tarımsal afetti. Kayısıdan elmaya, cevizden bademe, fındıktan çaya, üzümden şeftaliye kadar yüz binlerce dönüm arazideki ürünler bir gecede yanıp gitti. Sadece Karadeniz’in yıllık iki milyar dolarlık fındık, Malatya’nın ise yıllık 500 milyon dolarlık kayısı ihraç ettiği düşünülürse maddi zararın yüz milyarca lirayı bulacağından şüphe yok. Yine ihraç ürünleri üzüm, kiraz, elma ve şeftalide de çok büyük maddi kaybın olacağı muhakkak.
Türkiye’nin önemli bir bölümünde yaşanan zirai don ve neden olduğu ürün kaybı konusunda üreticilere verilecek tarım sigortası ve devlet desteğinin kısıtlı imkânlar nedeniyle çok az olacağı yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır.
Tarımdaki doğal afetin şoku atlatılmadan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlandığı saatlerde İstanbul’da meydana gelen 6,2 şiddetindeki deprem ve onu takip eden iki yüzün üzerindeki artçı sarsıntı yüreklerimizi ağzımıza getirdi. Türkiye’nin 16 milyon nüfusuyla en kalabalık metropolünde meydana gelen deprem elhamdülillah 13 saniye gibi çok kısa sürmüş ve bir yıkıma neden olmamıştı. Bu deprem beklenen İstanbul depremi mi idi, yoksa farklı bir deprem miydi hala daha bu mevzu Tv kanallarında tartışılmaya devam ediliyor. İstanbul’un ve dolaysıyla tüm ülkenin deprem nedeniyle ne denli büyük bir risk altında olduğu muhakkaktır. Ancak böylesine önemli bir konu ne siyasetin ne de medyanın gündeminde pek yer almamaktadır. Bizim halkımız böyle ciddi meselelerin konuşulmasından da pek haz etmez. Bu depremin ardından Cuma günü Kütahya’nın Simav ilçesinde sabah saatlerinde da meydana gelen 4,6 ve 4,5 şiddetindeki depremler de endişe ve kaygıların artmasına neden oldu. İstanbul depreminin olduğu saatlerde Tv kanallarında gezerken bazı kanalların hiç depremden haberleri yokmuş gibi ahlaka ve aile yapısına muğayir malum yayınlarına devam ettiklerini ve akıl almaz bir aymazlık içinde olduklarını hayret ve ibretle izledik. Tıpkı batmakta olan Titanik gemisindeki orkestrasının konser vermeye devam ettiği gibi bu utanmaz kanallar da bir takım edepsiz ve hayasızların gayrı meşru ilişkilerin ifşa ve teşhir etmeye devam ediyorlardı. Allahım! bu ne gaflet, bu ne dalalet, bu ne ihanet! Pes doğrusu! Aile yılı ilan edilen bu sene de aileyi yıkmak için ortada neler dönüyor, neler? Birileri nefsine uyup bir haltlar karıştırmış olabilir. İşlenen günahların gizli kalması gerekirken, tüm halka ifşa edilmesi hangi amaca yöneliktir? İslam’da birine zina isnadında bulunulduğunda dört erkek şahit getirilmesi isteniyor. Bu kolay bir isbat mıdır? Hayır, çok zordur. Öyleyse işlenen günahın ifşa edilmesinden ise gizli kalması daha evladır.
İnsanlık tarihi ibretlik birçok olayla doludur. Yeryüzünün her noktasında helak edilmiş kavimlerin kalıntıları vardır. Ancak insanlar bunları görmelerine rağmen ibret almazlar. Depremlerle zinanın yaygınlaşması arasında sebep-sonuç ilişkileri açısından birçok bağ kurulmuştur. “Zina yayılınca depremler çoğalır.” (Deylemi) ve “Günahlar açıktan işlenmeye başlanınca, iyi kötü herkes genel bir azaba maruz kalır.” (Taberani) hadisleri çok dikkate şayandır. Aynı zamanda depremler kıyamet alametlerindendir. Buhari’deki hadis-i şerifte: “Depremler çoğalmadıkça kıyamet kopmaz.” buyurulmuştur. Allahü Teaala kullarına zulmetmez, kullar kendi kötü amelleriyle musibetleri hak ederler. Nitekim bu konuyu çok açık izah eden Şura Suresi 30.Ayette Yüce Rabbimiz: “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Bununla beraber Allah yine de çoğunu affeder.” Buyurmaktadır. Zirai don musibetinin nedenlerinden biri de sakın zekâtların verilmemesi olmasın! Bütün toprak mahsulleri 1/10 veya 1/20 oranında zekâta tabidir. Zekât yoksulun zenginin malı üzerindeki hakkıdır. Yüce Rabbimizin bize verdiği nimetlerden yine O’nun emri gereği hak sahiplerine vermemiz gerekir.
Şimdi özetle şunları söylüyoruz: Bütün kâinatın ve dünyanın Yegâne sahibi Allahü Teâlâ imtihan için yaratıp bu dünyaya gönderdiği biz kullarından ibadet ve taat bekliyor. Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan ülkemizde namaz kılma oranı yüzde yirmi olarak ifade ediliyor. Yani bu toplumun yüzde sekseni namazını kılmıyor. Türkiye’nin zekât potansiyelinin 55 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor, ancak zekât verenlerin oranı namaz kılanlardan daha da düşük. İçki, kumar, fuhuş ve faizin giderek arttığı bu toplumun ıslahı nasıl olacak? Bu işe kafa yoranlar, bu mevzuları kendilerine dert edinen ne kadar kimse var? Ve bunlar ne kadar etkili ve söz sahibi? Gerçekten işimiz çok zor. Rabbimizin rahmet ve mağfiretine sığınıyoruz. Bizleri affetsin, rahmetiyle muamele eylesin. Âmin.