Uzun bir zamandan beri ülke gündemini işgal eden seçim süreci nihayet 28 Mayıs Pazar günü akşamında sona erdi. 6 Şubat depremlerinin hemen ardından başlatılan seçim sürecinde Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminin getirdiği zorunlu ittifaklar sonucunda seçimler ülkeyi ayrı bir havaya sokarak “Asrın felaketi” olarak tanımlanan depremin acılarını bir anda gündemden düşürdü. Seçim bitti, halkımız mevcut iktidar için “devam” dedi, hayırlı olsun. Şimdi yeniden dertlerimizle, sorunlarımızla ve bir türlü çözülemeyen eğitimden ekonomiye, tarımdan işsizliğe kadar bin bir çeşit problemlerimizle baş başa kaldık. Kırk yıldan beri her seçim döneminde sürekli gündemde tutulan güvenlik meselesi ve buna bağlı olarak “beka sorunu” bu seçime de damgasını vurmuş oldu.” Ekonomi mi, güvenlik mi” bağlamında halkın çoğunluğu güvenlikten yana tercihini kullandı.
Türkiye’de 1946 yılında uygulamasına başlanan çok partili demokratik hayatın zaman zaman uğradığı kesintileri çıkarırsak toplamda yetmiş yıl gibi uzun bir zaman diliminde halkın hür iradesiyle seçilen siyasilerin devlet yönetiminde söz sahibi olduklarını görüyoruz. 1946 yılından beri ortaya çıkarak devam eden siyasi kutuplaşma 17 Nisan 2017 referandumuyla kabul edilen Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminin yürürlüğe girdiği 2018 yılından sonra farklı bir mecraya girmiş oldu. Yaklaşık beş yıldan beri sürdürülen sistemin sonuçlarını eleştiren ve bunun yerine “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi” getirmek isteyen muhalefetle bu sistemi savunan iktidar cephesi arasındaki seçim yarışına damgasını vuran güvenlik ve terör meseleleri, “değişim” isteyenlere karşılık “devam” denilmesini sağladı. Halkın bu kararı vermesindeki en etkili saik her seçimde olduğu gibi bu seçimde de bölücü terör örgütünün merkezi olarak görülen Kandil’in yayınladığı mesajlardı. Kandil’de kırk, elli yıldan beri ideoloji ve siyaset dersleri veren yaşı yetmişin üzerindeki sözüm ona beyin takımının bu seçimde de kime ve neye hizmet ettiklerini anlamak mümkün olamadı. Dünyanın dört bir yanında faaliyet gösteren, ancak aslında bir merkezden idare edilen ve ipleri hep başkalarının elinde olan terör örgütlerinin eylem ve söylemlerinde mantık ve tutarlık aramak elbette beyhudedir.
1960’lı yıllardan başlamak üzere, önce anarşi, sonra da terörle mücadele eden devlet ve milletimiz üzerinde oynanan bin bir türlü oyunu hep bozmasını bilmiştir, bundan sonra da Allah’ın izniyle bozacaktır. Ortadoğu bölgesindeki terör olaylarının ve çıkartılan savaşların bir tek amacı vardır: BOP, yani “Büyük İsrail” in kurulması projesi. Mısır’daki Nil nehrinden Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgemizi de içine alan Fırat nehri arasındaki topraklarda Siyonist Yahudilerin muharref Tevrat’ta bahsedilen “Arz-ı Mev’ud”, yani vaat edilmiş toprakları ele geçirerek “Büyük İsrail Devleti” ni kurma hayalleri 1897 yılındaki I.Siyonist Kongresinden itibaren hayata geçirilmiştir. Sultan Abdulhamid’in tahttan indirilmesi, Osmanlı Devletinin yıkılması ve sonrasında bölgede yaşanan tüm önemli hadislerin arka planında hep bu Siyonist ideolojiye hizmet eden plan ve projeler vardır. 1905 yılındaki Yemen isyanları, 1911 yılı Trablusgarb savaşı, 1912-1913 yıllarındaki Balkan savaşları ve son olarak 1914-1918 yılları arasındaki I.Dünya savaşıyla binlerce evladını kaybeden milletimiz, Kurtuluş savaşı sonrasında kurulan Cumhuriyet yönetimi döneminde de doğru dürüst huzur içerisinde bir dönem geçirememiştir. Önce iç isyanlar, ardından siyasi çalkantılar ve 1960’lı yıllarda başlayan sağ-sol çatışmalarının doğurduğu anarşik ortamın, tam da 12 Eylül 1980 darbesiyle “bitti kurtulduk “ dediğimiz zamanında başlayan ve kırk yıldır devam eden terör olayları asla bize düşmanlarımızın uyumadığını göstermektedir.
Ülkemiz güvenlik açısından bugün büyük bir tehdit altında mıdır? Evet. Dost ve müttefikimiz diye kabul ettiğimiz ABD, ülkemizi dört bir yandan kuşatarak, uzun yıllardan beri hizmet ettiği siyonizmin emellerini gerçekleştirmenin planlarını yapmaktadır. Ege adalarını Yunanistan’a verdiği destekle silahlandıran, Bulgaristan’a üsler kuran, Güney Kıbrıs’a askeri yığınak yapan, Suriye sınırımızda bölücü terör örgütüne büyük destek ve eğitim vererek konuşlandıran Büyük Şeytan ABD, bir gün zayıf anımızı yakalamanın peşindedir. Bu arada İran ve Irak üzerindeki sinsi oyunlarını sürdüren ABD, bölgede yeni kargaşa ve kaoslar çıkarmaktan da asla vazgeçmemektedir.
Yüce Rabbimizin: “asla sizden razı olmazlar”, “asla sizinle dost olmazlar”, “onlar birbirinin dostlarıdır” dediği Yahudi ve Hıristiyanlarla olan 1400 yıllık mücadelemiz bu asırda da kesilmeden devam edecektir. Bu mücadeleyi verirken çok güçlü olmak ve birlik beraberlik içinde olmak gerekir. Bizi biz yapan manevi dinamiklerimiz olmadan asla güçlü olamayacağımızı bir kez daha zikredelim. Bu coğrafyada bin dört yüz yıldan beri savaştığımız Haçlı ordularının karşısına önce inancımızla, sonra birlik beraberliğimizle çıktık. Eninde sonunda yine bu coğrafyada Malazgirt’te, Haçlı seferlerinde ve Çanakkale’de olduğu gibi Müslüman Türkü, Kürdü ve Arabıyla Haçlı ve Siyonist ittifakına karşı büyük bir savaş vereceğiz. Bu savaşı kazanmak için içimize atılan fitne tohumlarını temizlemek ve aslımıza dönmemiz elzemdir. Bunun için eğitimden başlamak üzere “önce ahlak ve maneviyat” düsturunu baş tacı ederek inançlı ve ahlaklı nesiller yetiştirmek zorundayız. İnanç ve ahlak olmadan ne ilerleme olur ve ne de zafer kazanılır. Siyasetten arındırılmış milli projelerle manevi ve maddi kalkınmanın planlarını yapacak, hayata geçirecek kadrolarımız vardır elhamdülillah. Dini, milli ve ahlaki meseleleri siyaset malzemesi yapmadan, ilmi, tarihi ve akli deliler ve kaynaklar ölçeğinde tartışarak milli bir mutabakat sağlamamız hayati ve stratejik bir gerekliliktir. Bunu yapmak için de büyük bir sabır, azim ve kararlılık içerisinde fedakârca çalışmak gerekir.
Gençliğimizi ve bununla beraber tüm halkımızı zararlı ve faydasız tüm düşünce ve davranışlardan uzak tutmak için oturup kafa yormak ve uzun vadeli planlar yapmak zorundayız. Bu ülke hepimizin, bu devlet hepimize lazım ve geleceğimiz olan gençlerimiz ise olmazsa olmazımızdır. Ülkemizi emanet edeceğimiz gençlerimiz sağlam bir inanç, üstün bir ahlak ve yeterli bilgi ve donanımla hayata atılmalı, ülkesine, devletine ve milletine faydalı birer birey olmalıdır. Bütün bunlar bu köhnemiş sistem ve zihniyetle olamaz. Yeni bir ruh ve heyecanla yeni bir başlangıç yapmamız gerekir. En tepedeki Sayın Cumhurbaşkanından, halkanın en sonundakine görevliye kadar, hepimiz üzerimize düşen görevi layıkıyla yaparak gelecek nesillere güzel bir ülke bırakmalıyız ki bizi rahmetle ansınlar. Evet, hiç gecikmeden hemen şimdi! Düsturumuz, parolamız, yolumuz ve hedefimiz belli: “Önce Ahlak ve Maneviyat” Yüce Rabbimiz bu şuur ve gayreti hepimize nasip eylesin ve bu yolda yürümeyi ve başarmayı ihsan eylesin Âmin.