HABİB KARAÇORLU
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. YAZAR
  4. BU DÜZEN BÖYLE GİTMEZ

BU DÜZEN BÖYLE GİTMEZ

Ekonomik krizlerin, sorunların, verilerin ve dengesizliklerin iki asırdan beri sürekli tartışıldığı ve her zaman vatandaşın en önemli sorunlardan biri olarak görüldüğü ülkemizin çok uzun yıllardan beri bir türlü iki yakası bir araya gelemiyor.  Borç, faiz, döviz, vergi, zam, rant, israf, enflasyon ve hayat pahalılığının önemli aktörler olarak rol aldığı Türkiye ekonomisinin ağır yükünü nedense hep dar ve orta gelirli vatandaşlar sırtlamış ve bu düzen kısa dönemli bir iki istisna hariç iki, üç asırdan beri hiç değişmeden böyle devam ede gelmiştir. Yönetenler ile sermaye çevreleri arasındaki ilişkilere dayalı olarak iniş çıkışlı anormal grafikler çizen ekonomimiz bir türlü rayına oturtulamamış, büyük ve küçük sarsıntılarla günümüze kadar ite kaka getirilmiştir.

Tarihçilerin önemle üzerinde durduğu sonradan “Lale Devri” adı verilen Sultan III.Ahmet’in padişahlığı ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın sadareti döneminde yaşanan,  1718-1730 arası yıllar ders ve ibret alınması açısından önemli bir dönemdir. Bir lale soğanına bin altın verecek kadar sapıtmış zengin ya da idarecilerin bulunduğu bu yıllarda halkın çoğunluğu büyük bir sıkıntı içinde yaşıyordu. Sonuçta olan oldu, Patrona Halil isyanıyla Sultan III.Ahmet tahttan indirildi, Sadrazam İbrahim Paşa ve kadrosu idam edildi, dönemin ünlü şairi Nedim de halkın gazabından nasibini almıştı. O Nedim ki, Lale Devri ruhunun en önemli temsilcisi olarak kabul ediliyordu. O meşhur dizelerinde:

İzn alub cum’a nemâzına deyû mâderden / Bir gün uğrılayalım çerh-i sitem-perverden / Dolaşub iskeleye doğrı nihân yollardan / Gidelim serv-i revânım yürü Sad’âbâde.

(Anne(n)den cuma namazına (gideceğiz) diye izin alıp / Zalim felekten bir gün çalalım./ Issız yollardan iskeleye doğru dolaşıp, / Yürü uzun boylu sevgilim Sadabad’a gidelim.)

Diyerek Sadabat bahçelerindeki sefahat âlemlerini öven Şair Nedim o dönemin fenomenlerinin başında geliyordu.

Osmanlı Döneminin Lale Devrine benzeyen bir diğer dönemi ise Sultan Abdülmecid ve kardeşi Sultan Abdülaziz dönemleriydi. Avrupa’da bir prens gibi yetişmiş olan Sultan Abdülmecid dışarıdan aldığı borçların bir kısmıyla saray ve köşkler yaptırmıştı. Dolmabahçe Sarayı (1853), Beykoz Kasrı (1855), Küçüksu Kasrı (1857) ve daha birçok şatafatlı binalar yaptıran Sultan Abdülmecid 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanlarını Batılı devletlerin isteğiyle ilan etmiş, onları devletin iradesini ortak etmişti. 1861 yılında kardeşinin ölümü zerine tahta geçen Sultan Abdülaziz önceleri tasarruftan yana olsa da Avrupa seyahati sonrasında Batının etkisinde kalarak israf ve gösterişe yönelmiş, Beylerbeyi ve Çırağan sarayları yanında birçok kasır yaptırmıştı.  Böylece 1875 yılına gelindiğinde alınan borçların faizi bile ödenememiş, Osmanlı Devleti iflasını ilan etmişti. Ekonomik kriz Sultan Abdülaziz’in katline zemin oluşturmuştu.  1876 yılında tahta çıkan Sultan II.Abdülhamid hem borçları ödemek ve hem de ekonomiyi düze çıkarmak için büyük bir mücadele vermiş, israfla mücadele etmiş, yerli üretime önem vermiş, dışarıya para gitmesin diye Batının ürettiği otomobillerin bile ülkeye girişine izin vermemiş, kendisi bile hiç otomobil kullanmamıştı.

Sultan Abdülhamid sonrasında peşpeşe yaşanan vahim savaşlar sonucunda ekonomi iyice bozulmuş ve yeniden borçlar çoğalmıştır. Cumhuriyet yönetiminin CHP devrinde yüzde sekseni köylerde yaşayan vatandaşlar devam eden öşür vergisiyle rahat yüzü görmemiş,hem de bu dönemde yaşanan küresel krizler ve kuraklıklar da bir türlü belini doğrultamamıştır. Ekonomi ve sanayinin devletin tekelinde olduğu bu dönemde Vecihi Hürkuş ve Nuri Demirağ’ın uçak imalatlarına darbe vurulmuş, silah üretimi yapan Nuri Killigil’in fabrikası çalışanlarla birlikte havaya uçurulmuştur. Tek parti iktidarında sırtını devlete dayayan ithalatçı birçok zengin de böylece palazlanmıştır.

1950’den itibaren Demokrat Parti döneminde öşürün kalkması ve yapılan reformlarla ülkemiz insanı biraz rahata kavuşmuştur. Ancak bu dönemde de dışarıdan alınan borçlar ve yapılan devalüasyonla yeni bir kriz dönemine girilmiştir. 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında yapılan yerli otomobil Devrim’in seri üretimine sudan sebeplerle izin verilmemiştir. İlk yerli motor üretimini gerçekleştiren Prof.Dr.Necmettin Erbakan’ın Gümüş motor fabrikası da piyasaya yapılan çeşitli müdahalelerle kapanmak zorunda kalmıştır. 1974 -1977 yılları arasında yine Erbakan Hoca’nın başlattığı “Ağır Sanayi Hamlesi” içeriden ve dışarıdan yapılan müdahalelerle tam olarak hedefine ulaşamamıştır. Bu dönemde Türk Lirasının değeri korunmuş, üretime büyük bir önem verilmiştir.

24 Ocak 1980 ekonomik kararlarıyla “Serbest Piyasa Ekonomisi” modeline geçen ülkemizde fiyatlar, döviz alım satımı ve faizler serbest bırakılmış, bunun ağır bedelini yine vatandaş ödemiştir. 1983 yılında iktidar koltuğuna oturan Turgut Özal Serbest Piyasa Ekonomisini daha da genişletmiş, özelleştirmelere ağırlık vermiş, devletin ekonomideki inisiyatifini özel sektöre devretmiştir. 1990 ve 2000’li yıllarda da özelleştirmeler hızla devam etmiş, sonuçta tüm sektörlerde piyasa özel sektörün eline geçmiş, bunların kendi alanlarında anlaşmaları sonucunda ekonomi tröst çevrelerinin egemenliği altına girmiştir. Elazığ’da devlete ait bir maden fabrikası ve ocaklarını özelleştirmeyle satın alan bir sermayedarın, ücretlerinin ve özlük haklarının iyileştirmesiyle talebiyle yaptıkları grev nedeniyle işçilerine ağır hakaretlerde bulunması ve onları köleleri gibi görmesi Türkiye’de işçi sınıfının düştüğü durumu göstermektedir.

Türkiye’de bugün emek sömürüsü iyice yerleşmiş, emeğe saygı kalmamıştır. Resmi ve özel kurumlardaki ücret farkları tüm sektörlerde hayret edilecek noktalara ulaşmıştır. 5 Nisan 1994, 21 Şubat 2001 ve 2008 krizleriyle sürekli değer kaybeden TL, 2018 yılından itibaren hızla değer kaybetmiş, 1,40 TL olan ABD Doları bugün 33 TL’ye kadar çıkmıştır. Faiz, ülkemizde ekonomiyi yiyip bitiren iç kurtların başında gelmektedir. Merkez Bankasının % 50’ye kadar çıkardığı faiz üretime ve kalkınmaya büyük bir darbe vurmaktadır. Amaç neymiş? “Enflasyonu durdurmak” mış. Bu yüksek döviz kuru ve faiz oranları ve yüksek enerji fiyatlarıyla dünyanın neresinde enflasyon durdurulmuş, bir örneği var mıdır? Ekonominin patronu Mehmet Şimşek vatandaştan 2026 yılına kadar sabır istese de, başta emekliler olmak üzere özellikle işçi ve çiftçi kesiminin dayanacak bir gücü kalmamıştır. Sermaye ve rant çevrelerinden hiç bir taviz koparamayan, onlara vergi artışına gidemeyen ekonomi ekibinin vatandaştan fedakarlık beklemesi ne kadar adildir?

Enflasyon, hayat pahalılığı ve yoksulluk beraberinde birçok kötülüğü de getirmektedir. Hazreti Peygamber (S.A.V.) ‘in günümüzü çok ilgilendiren şu Hadis-i Şerifi çok manidardır. “(Allah’ım!) Zenginlikle imtihan edilmenin kötülüğünden sana sığınırım. Fakirlikle imtihan edilmenin kötülüğünden de sana sığınırım.”

(Buhârî, Deavât, 39)   Günümüzde birçokları zenginlikle imtihan edilmektedir. Bunlardan birçoğunun kendini kaybedip nasıl günah deryalarına daldıklarına şahit oluyoruz. Fakirlikle imtihan edilenlerden sabırlı olmayanların da yine birçok günah ve suça karıştıklarını maalesef izlemekteyiz. O halde devlet, gelir dağılımında, vergi koymada, yatırım yapma da ve yargı konusunda adil olmak zorundadır. Yoksa “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” atasözü boşuna söylenmemiştir. Geçen hafta Kayseri’de göçmenlere karşı yapılan saldırıların nedeni ırkçı kışkırtmalar olsa da bilinçaltında ekonomik nedenlerin de var olabileceği inkâr edilemez. Bu düzen böyle gitmez, uyanalım!

Rabbim bizi adaletten, Haktan, vicdandan ve merhametten ayırmasın. Bizlere şükür, kanaat, sabır ve tevekkül versin. İsraftan, azgınlıktan, nefsimizin şerrinden muhafaza buyursun. Âmin.

 

 

 

 

 

 

 

BU DÜZEN BÖYLE GİTMEZ
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin