1789 Fransız ihtilalı ile Avrupa’da başlayan din ve maneviyat karşıtlığı sonraki dönemlerde çeşitli felsefi akımlar ve bilimsel iddialar ile desteklenerek sekülerizm ve laiklik düşüncelerinin kurumlaşmasına ve sonuç olarak da materyalizmin başta eğitim olmak üzere tüm kamu ve sosyal alanda temel esas olarak benimsenmesine neden oldu. Dine ve tüm manevi değerlere karşı bir saldırı başlatan 18, 19 ve 20.yüz yıldaki Avrupalı düşünür ve bilim adamları aklı, duyu organlarını ve bunlarla elde ettikleri sonuçları ilahlaştırarak Tanrıyı ve onun gönderdiklerini yeryüzünden silmeye çalıştılar. “Şuculuk”, “buculuk” anlamına gelen “izm”ler ardı arkası kesilmeden günümüze kadar devam ettiler. Çıkmaza girdikleri yerde veya dine yenildiklerinde başka adlar, yöntemler ve kimliklerle ifsatlarına devam ettiler.
Son günlerde sosyal medyada gündem olan Diamond Tema isimli birinin ortaya attığı saçma sapan fikirlere takılanlar, sanki ona cevap verecek hiç kimse yokmuş, adam düşüncelerinde haklıymış gibi bir algıyla hareket ediyorlar. Bu mülhidin ortaya attığı Agnostisizm ya da bilinemezcilik, en yaygın ve bilinen tanımıyla, tanrı veya tanrısal varlıkların bilinemez veya varlığı ile birlikte yokluğunun da kanıtlanamaz olduğunu savunan felsefi görüş 19.yüzyılda İngiliz biyolog Thomas Henry Huxley tarafından ortaya atılmıştır. Huxley, Darwin’in Evrim teorisini ondan daha çok savunan biri olarak biliniyor ve kendisine bu nedenle “Darwin’in buldogu” yani köpeği deniyordu. Huxley de Darwin gibi maymunsu bir görüntüye sahipti. Arnavut kökenli “proje ajanı” Diamond, dinimiz hakkında yaptığı asılsız iddialar ve Peygamberimiz hakkındaki çirkin iftiraları nedeniyle suçlu görülerek hakkında tutuklama kararı çıkınca Arnavutluk’a geri kaçtı ve oradan zırvalamaya devam ediyor.
“Tanrı’nın ve ruhani, metafizik ve doğaüstü bir varlığın veya varlıkların bilimsel olarak hiçbir zaman kanıtlanamayacağını ve gözlemlenemedikleri için hiçbir zaman bilinemeyeceğini savunan Huxley aslında ciddi bir eğitime de sahip değildi. Ancak dini ve maneviyatı ortadan kaldırarak insanları daha kolay gütmek ve sömürmek için yöntemler arayan Kabbalist ve Siyonist akıl bu gibi fedai adamlarını parlatmasını çok iyi becermiştir. Darwinzim, Positivizm, Rasyonalizm, Materyalizm, Realizm, Psikanilizm, Marksizim, Laisizm, Modernizm ve daha yüzlerce görüş genelde Yahudi kökenli bilim adamları ve düşünürler tarafından piyasaya sürüldü. Akıl, duyular, bilim ve madde putlaştırıldı, din ve maneviyata ait her şey yanlış ve zararlı olarak tanıtıldı. Hıristiyan ve Yahudi din adamları tarafından yüz yıllar boyunca tahrife uğrayan ilahi kitaplar ve bu muharref kitaplardaki saptırılmış ve bozulmuş öğretilerin gerçek dini savunacak bir gücü ve özelliği de zaten kalmamıştı. Dolayısıyla din ve maneviyat karşıtlarına cevap verebilecek yegâne kaynak Kur’an-ı Kerim ve getirdiği hak din İslam’dır.
Fizik, kimya, biyoloji, tıp, astronomi, coğrafya, jeoloji ve tarih ilimleri geliştikçe, yeni icatlar, keşifler ve bilimsel sonuçlar ortaya çıktıkça Kur’an daha iyi anlaşılmaya, bir yaratıcının varlığına kesin şekilde inanılmaya ve Darwin teorisi gibi saçma iddiaların bir yalandan ibaret olduğuna insanlık şahit oldu. Maddenin ve evrenin ezeli olmasının imkânsız olduğu, maddenin ve evrenin yapısındaki mükemmel düzenin asla milyonlarca tesadüfün bir araya gelmesiyle oluşamayacağı, zaman ve mekânın ancak zaman ve mekândan münezzeh olan biri tarafından yaratılmış olduğu bilimsel olarak ispatlandı. Tüm akli deliller; fıtrat, hudus, imkân ve nizam delilleri ile varlığından şüphe duyulmayan Yüce Rabbimizin bin 400 yıl önce gönderdiği kitapta bahsedilen evrenin yaratılışı ve evrendeki varlıklar(Ay, Güneş ve diğerleri) ile bilgiler, insanın anne karnında yaratılışı, tabiattaki tüm canlılar ve kurallarla ilgili anlatılanlar bilimsel olarak ispatlandı. Bugün müsbet bilim diyor ki: “Evet, Allah vardır, o tekdir, eşi ve benzeri yoktur, onun ilmi, iradesi, kudreti, yaratması ve sanatı sonsuzdur.” On dört asırdan beri Kur’an-ı Hakim’in haber verdiği ve anlattığı binlerce gerçek bir bir ortaya çıkmaktadır. Günümüz itibarı ile Kur’an-ı Kerim’de müsbet bilimle çelişen hiçbir bilgi yoktur. Bilim her yeni keşfinde sünnetullahın bir adedini daha ortaya koymaktadır. Aslında bilimleri dini ve diğerleri diye ayırmak büyük bir hatadır. Bütün bilimler Yüce Rabbimizin evrene, dünyaya ve tüm canlılara ait koyduğu kanunları ortaya çıkarmaktadır, yani dinin ta kendisidir.
Kur’an’ı ve İslam’ı ta Hazreti Peygamber (S.A.V.) zamanından beri kendilerine düşman görüp tahrif etmeyi ya da yanlış tanıtmayı amaç ve hedef edinmiş olan Kabbalist Yahudiler çeşitli sapık mezhep ve fırkaların arkalarındaki gizli güç olarak Müslüman kimliğiyle varlıklarını günümüze kadar sürdürdüler. Yüce Rabbimizin koruması altında olan Kur’an’ın değiştirilmesi mümkün olmayınca, onun anlam ve hükümleri konusunda ifsat çalışmaları yüzyıllar boyunca devam etti. Ancak bu konuda önlerinde büyük bir engel vardı, o da Hazreti Peygamber (S.AV.)’in söz, fiil ve takririni içine alan sünnetti. Kur’an’ın pratik uygulaması demek olan sünnet-i seniyye ile ilgili eleştiri ve hücumlar yine asırlar boyunca devam etti. Son asırda ortaya atılan “Kur’an Müslümanlığı” gibi doğrudan sünneti hedef alan kasıtlı düşünceler bizzat İslam düşmanları tarafından ortaya atılmış olup amaç İslam’ı yaşanmaz hale getirmektir.
Kendi alanı olmadığı, hakkında hiçbir bilgiye de sahip olmadığı, hatta hiçbir ciddi araştırma yapmadan “Kur’an’da kurban kesmek yoktur” diye kurban gibi çeşitli ibadetleri inkar yoluna gidenler profesör de olsalar din konusunda zır cahildirler. Maalesef ülkemiz başta olmak üzere Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda İslam dini hakkıyla öğretilmemektedir. Hele hele ülkemizde din eğitimi bir kültürel bilgi olmanın ötesine geçememiştir.1982 Anayasası ile Müslüman tebaa öğrencileri için zorunlu hale getirilen (din eğitimi değil) din öğretimi , “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersleri adı altında okullarda güya verilmektedir. İslam bir kültür, ahlak ise bir bilgi olarak okutulmakta dördüncü sınıftan on ikinci sınıfa kadar dokuz yıl boyunca okutulan dersler ne öğrenciye dinin aslını öğretebilmekte, ne de ahlak kazandırabilmektedir. Türkiye’nin tüm köy ve mahallerinde binlerce cami ve Kuran kursları ile 200 binin üzerinde din görevlisi ve 90 milyar TL bütçe ile faaliyet yürüten Diyanet İşleri Başkanlığı vatandaşa dinin aslını ne kadar anlatabilmekte ve vatandaş üzerinde ne kadar etkili olabilmektedir? Camilerde müftüler, vaizler ve imam hatipler dinin bir hayat nizamı olduğunu, Allah’ın emir ve yasaklarının bulunduğunu, samimi bir Müslüman olmak ve Allahın rızasını kazanarak cennete gitmek, cehennem azabından kurtulmak için bu ilahi emirlere uymak gerektiğinin ne kadarını anlatabilmektedirler?
İslam son din ve en mükemmel bir nizamdır. Din hayat tarzı demektir. Din hâkimiyet ve galibiyet, saltanat ve mülkiyet, hüküm ve ferman, makbul ibadet, millet, şeriat, itaat (1) gibi anlamlara gelen ve hayatın tamamını kuşatan bir ilahi kurallar manzumesidir. Cenabı Allah’ın insanlara her iki dünya mutluluğunu kazanmaları için gönderdiği İslam dininin iki ana kaynağı vardır. Bunlardan birincisi Kur’an’dır ki, o İslam’ın anayasasıdır. İkincisi Kur’an’ın kendisine nazil olduğu, onu tebliğ eden, açıklayan ve uygulayan Hazreti Peygamber (S.A.V.)’in sünnetidir ki o da Kur’an’ın hayata uygulamasıdır. Bu iki kaynak her Müslüman tarafından kendi ihtiyacı ölçüsünde okunmalı, idrak edinilmeli ve yaşanmalıdır.
Günümüzde İslam gerek inanç boyutu ve gerekse pratik uygulama olarak özünden saptırılmıştır. Ülkemizde sağlam bir akaide sahip Müslüman sayısı çok azdır. İslam akaidi okulda, camide ve ilgili yerlerde doğru bir şekilde verilmelidir. İbadetler de aslından saptırılmış, ruhundan uzaklaştırılmıştır. Namaz, oruç, zekât, hac, kurban ve cihad ibadetleri şekilden öteye gidememektedir. Namazın, orucun, zekâtın, haccın, kurbanın ve cihadın özü ve şuuru kazandırılmadıktan sonra kendilerinden dünyevi ve uhrevi bir fayda beklemek beyhudedir. Bu ibadetler insanı şeytandan ve kötülüklerden uzaklaştıran, Allah’a yaklaştıran, ahlakı güzelleştiren, insanı olgunlaştıran, güven, huzur ve mutluluk kazandıran dini vecibelerdir. Bir kimse bunları yaptığı halde bahsettiğimiz şekilde bir değişikliği kendisinde görmüyorsa dinini doğru kaynak ve yerden yeniden öğrenmelidir. Rabbim dinimizi gerçeği ile öğrenmeyi ve yaşamayı hepimize nasip eylesin. Âmin.
TDV İslam Ans. Din Maddesi