HABİB KARAÇORLU
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. YAZAR
  4. GELECEK KAYGISI YA DA BEKA SORUNU

GELECEK KAYGISI YA DA BEKA SORUNU

Ülkemizde uzun yıllardan beri gündemde olan “beka sorunu” konusu genellikle seçim süreçlerinde sıkça gündeme getirilen, ancak net olarak tanımlanmayan bir meseledir. Beka, ölümsüzlük, ölmezlik, kalıcılık gibi anlamlara gelse de siyasi literatürde genelde devletin ve vatanın ebediliği için kullanılan bir sıfattır. Aslında beka Allahü Tealan’ın zati sıfatlarından olup “varlığı sonsuz olan” anlamına gelir, yalnızca O’na mahsus olan bir sıfattır ve bu nedenle de sonradan var olanlar için kullanılması caiz görülmemiştir. Çünkü yeryüzünde var olan her şey Kur’an’da fani olarak ifade edilirken “Baki”, Ölümsüz olanın ise yalnız Allah olduğu buyrulmuştur. Bu nedenle ilahi bir sosyolojik kanun ve adet olarak fertler gibi milletler ve devletler de fanidir.

İlahi kitaplar ve tarih bilimleri yeryüzünden esameleri silinmiş, bir tek ferdi bile kalmamış kavim ve topluluklardan bahsetmektedir. Topluca helake uğramış ve geride enkazlarından başka bir şey kalmamış kavim ve milletlerin yok oluş sebeplerine ibretle bakmak, kıssalarından hisseler çıkarmak lazımdır. Ayrıca çok büyük güce ve sınırlara sahip olmasına rağmen yıkılıp giden nice devletler tarihin tozlu sayfalarında yer almaktadır. Sosyoloji biliminin gerçek önderi Tarihçi İbni Haldun Hazreti Âdem’den kendi yaşadığı miladi 14.asra kadar yeryüzünde yaşamış kavimler ve devletlerinin tarihlerini ele aldığı Kitabu’l-İber adlı eserinin birinci cildini giriş, “Mukaddime” olarak ele almış ve devletlerin kuruluşundan yıkılışına kadar olan safhaları birer birer nedenleriyle birlikte ayrıntılı olarak anlatmış ve böylece Sosyoloji biliminin temellerini atmıştır.

“İbn-i Haldun’a göre devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Buna göre, devletin geçirdiği aşamaları beşe ayırır. Hatta bu beş aşamanın üç ya da dört kuşağın ortalama ömrü olan 120 yılda tamamlandığını ileri sürer.

Birinci aşama fetih ve kuruluş aşamasıdır. Bu aşamada yerleşik bir yönetimin elinden askerî güç ile iktidar alınır. Asabiyye bağlarının çok güçlü olduğu, hükümdarın bir lord ya da kraldan çok bir şef olduğu dönemdir.

İkinci aşamada hükümdar iktidarı tekeline almaya başlar. Bunun için kendisinin başa gelmesini sağlayan doğal dayanışmayı tasfiye etmeye başlar, onunla güç paylaşanları ortadan kaldırır, kan bağına dayalı dayanışma yerine doğrudan kendisine bağlı paralı asker ve bürokratlardan oluşan bir grup oluşturmaya başlar. Bunların dışında bilginlerden oluşan danışmanlar da bulur. İbn-i Haldun’a göre bilginler en kötü siyasal danışmanlardır. Ayrıntıdan çok evrenseli, insan türü yerine tüm türleri görmek üzere eğitildikleri ve toplumsal ve siyasal olayları tek başlarına görmek yerine birbirleriyle kıyaslayarak gördükleri için olumsuz siyasal önerilerde bulunurlar. Hükümdarlara asıl yararlı olan öğütleri ise “ortalama zekâya sahip, alelade kişiler” verirler.

Üçüncü aşama ekonomik refahın arttığı, kültürel unsurların geliştiği bir yükseliş ya da lüks ve debdebe aşamasıdır. Bu aşamada hükümdar kişisel gelirini artırmak, tebaasının vergilerini azaltarak devletin mali kaynaklarını artırmak ve yeniden düzenlemek, kentleri güzelleştirmek için uğraşır. Herkes ekonomik refahtan payını alır, güzel sanatlarbilim ve el sanatları teşvik görür, hâkim sınıflar kültürel projelerin koruyucuları olarak boy gösterirler. Refah ve serbestlik devletin egemen iklimi haline gelir.

Dördüncü aşama doyum, tatmin ve kendini beğenme aşamasıdır. İstikrar ve barışın egemen olduğu, yönetimde yenilikçi hiçbir girişimin olmadığı, eski yönetimlerin taklit edildiği ve bundan ayrılmanın devleti yıkacağına inanılan bir aşamadır. Hem yönetenler hem yönetilenler bu istikrar ve refahın ebediyen devam edeceğine inanırlar. Devlet kurucularının gücü ve başarılarına göre bu durum gerçekten de uzun sürebilir. Ancak bu aşama içinde farkına varılmadan gerileme ve çözülme başlamış ve devlet son aşaması olan sefahat ve israf aşamasına geçmektedir.

Son aşama sefahat, israf ve çöküş aşamasıdır. Bu aşamada hükümdarın ekonomik ve toplumsal olayları kişisel arzularına göre yönetmeye çalışmasıyla, devlette iyileşmesi olanaklı olmayan hastalıklar ortaya çıkar. Hükümdarın lüksünü ve desteğini, satın almış olduğu ordu ve bürokrasinin desteğini sürdürebilmesi için vergileri artırması gerekir. Artan vergi oranları ekonomik faaliyetlerin azalmasına neden olur ve hükümdarın amacının tersine devlet gelirleri azalır. Yönetilenlerin devletten beklentileri zayıflar ve umutsuzluk yayılır. Ekonomik faaliyetler duraklar, insanlar uzun vadeli planlar yapamaz olurlar. Doğum hızı geriler, kalabalık kentlerde nüfus ve çevre sorunları ortaya çıkar. Devlet çözülmeye başlar. Merkezden uzak bölgelerdeki valilergenerallerprensler ya da başka devletler belli toprak parçalarını koparmaya başlarlar. Başkentte bile ordu ve bürokratlar hükümdarın otoritesini ele geçirmeye, hükümdarı sadece makam ve sıfattan oluşan bir şeye dönüştürmeye başlar. Sonunda dışarıdan gelen, asabiyyesi güçlü genç, sağlıklı bir topluluk devleti istila eder ve çürüyen yapıyı ortadan kaldırıp yenisini kurar.

Toplumsal ve siyasal koşullar devletin bu aşamalarında bir takım değişiklikler yapabilse bile İbn-i Haldun’da katı bir belirlenimcilik vardır. Her devlet bu süreçleri yaşar ve bunlar döngüsel bir şekilde sürekli tekrarlanır. Görüldüğü gibi bir aşamadan diğerine geçiş toplumsal yapıdaki doğal güçlerle açıklanır. İbn-i Haldun’a göre bu süreç bir toplumsal yasadır ve kişilerin iradesinden bağımsızdır.” (1) Çünkü bu yasayı Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah koymuştur. Nitekim A’raf Suresi 34.Ayette: “Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.” Diye buyrulmaktadır.

İbni Haldun’un yaptığı tesbitler tarihi birer hakikat olarak önümüzde durmaktadır. Dört Halife devrinden başlamak üzere Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı dönemleri bahsedilen aşamaların tamamından geçmişlerdir. Ayrıca Hıristiyan ve Yahudilerin kurdukları devletler de aynı akıbeti yaşamışlardır. Günümüze gelecek olursak şu andaki süper devlet olarak ifada eden ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa da günü gelince yıkılacaktır. Bunların tamamı zalim devletler olup ya içerden ya dışarıdan gelecek darbelerle bu asır içinde zeval bulacaklardır. Tıpkı Bizans, Roma, Rus Çarlığı, SSCB ve diğer zalim devletler gibi.

İsrail’e gelince; aslında bu bir devlet değildir, Siyonist bir işgal ve terör gücüdür. Geçmişteki Yahudi devletleri gibi çok uzun yaşayamayacak ve önümüzdeki yıllarda Allah’ın izniyle yıkılacaktır. Çünkü geçmişte peygamberlerini öldüren bu kavim iki kere gazaba uğramıştır, şimdi Filistin’de yaptığı aşırı zulüm nedeniyle yine gazaba uğraması yakındır. Aksa Tufanı hareketiyle İsrail’e ilk darbeyi indiren HAMAS sarsılmaz imanıyla direnecek ve son darbeyi de vurarak Siyonist şebekeyi Filistin topraklarından temizleyecektir. Cenabı Allah’ın Kur’an’da inanan kulları için vaat etmiş olduğu zafer çok yakındır.

Yukarıdaki bilgiler ışığında, ülkemiz ve devletimizin uzun ömürlü olmasını istiyorsak aynı hataları yapmayacağız. “Adalet mülkün temelidir” ilkesinden hareketle devletin her kurumunda, her hücresinde adaleti uygulayacağız. Eşitlik, ehliyet, liyakat ve hukuka riayet edeceğiz. Suçlular, hırsızlar, arsız ve namussuzlara asla merhamet edilmeyecek, layık oldukları cezaya çarptırılacak. İlim, irfan, ahlak ve maneviyata çok büyük önem verilecek, lazım olan bilgiyle lüzumsuz olan birbirinden ayrılacak. İsraf ve gösterişten uzak durulacak, tasarruf yapılacak. Alın terine değer verilecek, avanta, rant ve faize asla geçit verilmeyecek. Kadınlar kadın gibi erkekler de erkek gibi yaşayacak, birbirlerinin alanına girmeyecekler. Türkiye nüfusundaki artış hızının düşmesinin nedeni kadınların erkeklerin alanına girmesi nedeniyledir. Bir kadın için en büyük ve kutsal görev anneliktir. Gazze anneleri bunun en güzel örneğidir. Kadının çalışmak, para kazanmak, evinin maişetini temin etmek gibi bir görevi asla yoktur, olmamalıdır, bu erkeğin görevidir. Nüfus artışının çok yavaşlaması ve nüfusun yaşlanması devletin üst düzeyinde bir beka meselesi olarak ifade edilmiştir ve çok doğrudur. Çocuğu doğuracak ve büyütecek olan kadınlarımız olduğuna göre, onlara: “buyurun evinize gidin, şu çileli hayatınızdan kurtulun, bebeğinizi kucağınıza almanın mutluluğunu yaşayın, evine işten yorgun dönen eşinize mutluluk ve umut kaynağı olun, sultanlar gibi yaşayın” diyoruz.  Çalışan kadınlara doğum sonrası bir yıl izin verileceğine çocuk doğuran annelerimize ikramiye verilmesi, maaş bağlanması daha doğru olmaz mı?

Rabbim bizlere hidayet versin, kendi rızasına uygun yaşamayı nasip eylesin, şeytanın ve nefsimizin şerrinden muhafaza eylesin. Âmin.

 

 

 

GELECEK KAYGISI YA DA BEKA SORUNU
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin