Hazreti Âdem Aleyhisselam ile başlayan İslam dini günümüze kadar temel esas ve kurallarıyla devam edip geldiği gibi kıyamete kadar da devam edecektir. Yüce Rabbimizin kutlu elçiler ve haberciler ile yarattığı kullarına tebliğ ettiği tek gerçek din olan İslam, Yaratılan ile Yaradan arasındaki ilişkilerin esaslarını ve kurallarını belirlediği gibi, yaratılanların kendi aralarındaki ilişkilerini de belirler. İnsan, yaratılışı itibarı ile diğer varlıklardan çok farklı bir özelliğe sahiptir. Akıl sahibi olması nedeniyle hayvanlardan, nefis ve irade sahibi olması nedeniyle meleklerden farklı bir varlıktır. Bu nedenle yaptıklarından sorumlu tutulan insan, hayvandan daha aşağı bir seviye ile meleklerin de üzerinde bir seviye arasında şeref bakımından alçalıp yükselme özelliğine sahiptir.
Yeryüzünde Allahü Teâlâ’nın halifesi hükmünde varlığını sürdüren insan amel bakımından tamamen özgür bırakılmış, işlediği iyilik ve kötülükler konusunda hesabı ve karşılığı ahrete ertelenmiştir. Bu nedenle de her an bütün fiilleri kaydedilmekte ve çıkacağı mahkemede kendisine sunulmak üzere bütün amelleri görevliler tarafından da muhafaza edilmektedir. İslam dininin son peygamberi kendisine gönderilen son ilahi mesajları kaydettirmiş ve O’nunla birlikte dinin yayılması için mücadele eden inananlar da mesajları toplayıp bir kitap haline getirmişlerdir. Ayrıca son kutlu elçi ilahi mesajların hayata uygulanması konusunda hiçbir eksik bırakmadan tümünü pratiğe dökmüştür.
İlahi vahye muhatap olan Son Elçi ve ondan önceki elçiler getirdiklerini insanlara tebliğ ve kabul ettirme etme konusunda büyük bir engel ve direnişle karşılaştılar. Özellikle türlü türlü nimetlere gark olmuş kavimler ve bu kavimler üzerinde otorite kurup idaresini ele geçirmiş olan zümre ve sınıflar ilahi elçilerin çağrılarını reddettiler ve onlara kötülük yapmada da tereddüt etmediler. Son ilahi kitapta bunlardan birçoğunun kıssası anlatılarak korkunç akıbetlerine de vurgu yapılır. Nuh kavmi, Ad ve Semud kavimleri, kendilerini ilah zanneden Nemrut ve Firavun, Lut, Medyen ve Tubba halkları çok korkunç akıbetlere maruz kalarak helak edildiler. Bu kıssalardan hisse çıkarmamız için onların hikâyeleri kutsal kitaplarda defalarca anlatılır.
Yukarıdaki girizgâhtan sonra asıl konumuza gelecek olursak; İslam dinini inanarak ve isteyerek kabul etmiş bir Müslüman’ı nasıl tanıyabiliriz, gerçek bir Müslüman nasıl olabiliriz? İslam dininin baştan beri değişmez inanç esasları vardır ki, bir kimsenin bu dinin inananı olabilmesi için bunları şeksiz ve şüphesiz kabul etmesi gerekir. Bunlar her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak ve O’ndan başka güç ve otorite sahibi kabul etmemektir. Hayatını O’nun rızasına uygun şekilde sürdürmek ve hayata dair göndermiş olduğu tüm kurallara uyma konusunda elinden gelen tüm gayret ve çabayı sarf etmektir. O’nun emirlerini yerine getirmede gevşeklik ve ihmalkârlık göstermeyenler ve yasakları konusunda O’ndan çekinenler gerçek Müslümanlardır. Müslüman, nefsinin, heva ve heveslerinin peşinden koşan, nefsine söz geçiremeyen biri değil, aksine nefsini dizginlemiş, dosdoğru yolda zikzak yapmadan yürüyen bir kimsedir. Müslüman, İslam’dan işine gelenlere değil, nefsine ağır gelse de İslam’ın tamamına teslim olan kimsedir. Çünkü İslam’ın anlamı teslim olmak ve bu teslimiyetle birlikte kurtulmak demektir. İnsanın iki büyük düşmanı Şeytan’ın ve nefsin kötülüklerinden kurtulmak için Allah’a ve Elçisine teslim olmak ve bu teslimiyetle gerçek kurtuluşa ulaşmak gerçek Müslüman’ın hayatta her zaman takip ettiği doğru yoldur.
Gerçek Müslüman Allah’a inanıp bağlandıktan sonra O’nun Elçi olarak gönderdiği Hazreti Muhammed (S.A.V.)’i de hayatında rehber ve önder kabul edendir. Çünkü O, Yüce Allah’ın gönderdiği dinin uygulanması konusunda örnek bir insandır. Yüce Kitaptaki emirlerin ne şekilde uygulanacağını açıklamış ve yaşamıştır. Dini yaşama konusunda ve hayatın tamamında Müslüman’ın önderi Resulullah (S.A.V.)’dir. Gerçek Müslüman O’nun hayatını ve yolunu araştırır ve dinini O’nun yaşadığı gibi yaşar.
Gerçek Müslüman, bilir ki gerçek güç sahibi Allah’tır. Her şeyi bilen, işiten ve gören sonsuz kudret sahibi Allah, dünyada bizi kulluk sınavından geçirmektedir. Herkes birçok sınavlarla denenecek ve kulluk seviyesi belirlenecektir. O halde; sağlık, güç, servet, ilim, şöhret ve tüm verilen nimetler imtihan gereğidir, verilir, alınır, azaltılır, çoğaltılır, verilen tepkiler de hemen kayda geçirilir. Sabır mı, isyan mı, şükür mü, inkâr mı, tevekkül mü, ümitsizlik mi, kanaat mi, tamah mı, sebat mı, yalpalama mı, istikamet mi, savrulma mı? Bütün sınavlar zor ve çetindir, sınavı çok az geçenler olur, çoğunluk yolda dökülür, ayakta kalıp yola devam edenler; işte onlar gerçek Müslümanlardır.
Gerçek Müslüman, Allah ve Resulünü candan sevendir. Hayatının merkezinde onların rızasını kazanmak, onlarla yürümek vardır. Müslüman’ın kalbinde kibir yoktur, hiç kimseyi hor görmez, ayıplamaz, kusurları görmezden gelir, kin beslemez, intikam peşinde koşmaz. Gerçek Müslüman’ı sahip olduğu tevazudan tanırsınız, hangi makamda olursa olsun asla onda kibir alameti göremezsiniz. Haset, cimrilik ve ihanetten çok uzaktadır gerçek Müslüman; kimsenin hiçbir şeyinde gözü yoktur, cömerttir, elindekileri paylaşır ve herkes ondan emindir, elinden ve dilinden bir zarar gelmeyeceğini bilir ve ona güvenirler. Sırlarını ve mallarını ona teslim ederler.
Yüce Rabbimiz Ali-imran suresi 102.ayetinde: “Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin.” Buyurmaktadır. Müslüman bilir ki, dünya hayatı geçicidir, asıl olan ölümün olmadığı ahret hayatıdır. Her gün dünyada binlerce insan doğuyor ve binlercesi de ölüyor. Her doğan öleceği için, dünyaya dört elle sarılmanın bir anlamı da yoktur. Akıllı insan Yaradan’ına muhalefet etmez, şeytan ve nefsin peşinden koşmaz, ahreti her an hatırında tutar ve ona hazırlık yapar ve Müslüman olarak ruhunu teslim eder. Rabbim rızasına uygun bir hayat yaşamayı ve gerçek bir Müslüman ve mümin olarak ebedi aleme göç etmeyi nasip eylesin. Âmin.