HABİB KARAÇORLU
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. YAZAR
  4. İÇERİYİ NASIL TAHKİM ETMELİ?

İÇERİYİ NASIL TAHKİM ETMELİ?

İşgalci Siyonist terör çetelerinin yirmi yıldan beri abluka ve ambargosu altında ezilen ve her türlü zulme maruz kalan Filistin’in Akdeniz kıyısındaki Gazze bölgesinde halkın seçtiği HAMAS yönetimi 7 Ekim 2023 tarihinde bu abluka ve ambargoyu kırmak ve sesini tüm dünyaya duyurmak için silahlı bir huruç hareketi gerçekleştirmişti. Aksa Tufanı adı verilen bu huruç hareketini Siyonist katil yönetim bir savaş nedeni olarak kabul etmiş ve üzerinde 2,3 milyonluk bir nüfusun yaşadığı 365 km2’lik küçücük bir kara parçasına var gücüyle saldırmıştı. Geçen on beş ay içinde hiçbir savaş kuralına uymayan, hiçbir insan hakkını gözetmeyen ve uluslararası hukuku hiçe sayan Siyonist katil çetesi Gazze’nin dörtte üçünü yıkarak, bebek, çocuk, kadın, yaşlı ve hasta demeden 50 bine yakın insanı katletti ve her gün onlarca masumu katletmeye devam ediyor. Bu günlerdeki mevcut kış şartlarında sığınacak bir barınağı olmayan ailelerin küçük çocukları donarak ölmeye başladılar ve maalesef bu vahim tablo karşısında yine tüm dünyanın sessizliği devam ediyor.

Uzun yıllar Filistinlilerin topraklarının Siyonistlerce işgali ve yaşadıkları zulüm Siyonizme taraf olan medyada “Orta doğu sorunu”  olarak ele alındı. Bu ifade veya algı belki “Filistin” diye bir devlet veya ülkenin varlığını inkâr ve gözlerden ırak tutmak için yapılmış olsa da gerçekte bir hakikate işaret ediyordu; Siyonizmin sesi olan bu medya organları bu ifadeyle Siyonistlerin tüm Orta Doğu bölgesi ile sorunları olduğu gerçeğine işaret ediyorlardı.2000’li yıllara gelindiğinde Arz-ı mev’ud hedeflerini Büyük Orta doğu Projesi (BOP) olarak açığa vurmaktan çekinmeyen işgalci Siyonistler ABD, İngiltere, Avrupa Birliği, BM, NATO ve diğer küresel güç odaklarını arkalarına alarak Orta Doğuya yeni bir şekil vermeye çalıştılar. 11 Eylül ve Arap Baharı projelerini kılıf yaparak Siyonist işgalcilerin kendileri açısından potansiyel tehlike olarak algıladığı, güvenliklerini tehdit eden ne kadar devlet, hükümet, iktidar, parti, lider veya oluşum varsa tamamını ortadan kaldırmaya karar verdiler ve bu alanda yukarıda saydığımız unsurları kullandılar. Bu proje kapsamında son bir yılda HAMAS ve Hizbullah’ın üst düzey yönetimi ve liderleri, İran’ın askeri ve yönetim kadrolarından çok önemli bazı şahsiyetler hedef alındı ve yok edildi. Son olarak işgalci Siyonistlerle 1967 ve 1973 yıllarında savaşan Suriye’deki rejim de devre dışı bırakıldı ve İsrail’in yıllardan beri önünde engel olarak gördüğü Suriye ordusu da böylece ortadan kaldırılmış oldu. Şimdiki son fotoğrafta ciddi manada bölünmüş durumdaki Suriye’yi Siyonist rejimin rahat bir şekilde kontrolü altına almasının önü açılmış oldu.

Suriye’deki engelin ortadan kaldırılmasından sonra işgalci Siyonizm bir sonraki hedefi kapsamında elindeki en önemli kozu; “Kürt kartını” tekrar masaya koydu. Emperyalist Batı’nın ajandasında yüz yıldan fazla kaydı bulunan “Kürdistan projesi”  bölgede Osmanlı Devletinin bakiyesi ya da hinterlandı olan Türkiye, Suriye ve Irak ve onların yakın komşuları İran için bir beka meselesi olarak algılanmaya devam ediyor. Suriye ve Irak’ta uzun yıllar yönetimde kalmış olan Arap ırkçısı Sosyalist Baas Partisi bu ülkelerde yaşayan Kürt vatandaşlarına ikinci ve hatta üçüncü sınıf vatandaş muamelesi yaparak onlara büyük zulümler yapmıştı. Gerçi Baasçı zihniyet bu iki ülkedeki Türkmenlere de çeşitli zulümleri reva görüp onları da yönetimden dışlamıştı. Bu mazlum halka daTürkiye’den başka sahip çıkan olmamıştı. Çoğunluğu Halep, Musul ve Kerkük’te yaşayan Türkmenler, Hatay gibi bir gün anavatana katılabilmenin hayali ile hep avunmuşlardı.

Yukarıdaki girizgâhlardan sonra geçen hafta “BOP’un Poker Masasında Yeni Oyunlar” adlı başlıkla bu köşede ele aldığımız konudan hareketle şimdi asıl meselemize gelelim. Daha Suriye’deki olaylar hiç başlamadan ve hatta buradaki gelişmelerden hiç biri dahi tahmin edilmeden İmralı ile görüşülüp bölücü terör örgütünün silah bırakması konusu gündeme getirildi. Bölücü başı ile  görüşmeden sonra süreç ilerleyerek konu TBMM Başkanının önüne kadar getirildi. Kamuoyuna verilmek istenen mesaj aslında şuydu: “Türkiye’ye doğru yaklaşmakta olan bir tehlike var, onun için içeriyi tahkim etmemiz gerekiyor.” Yani İsrail ve destekçisi emperyalist güçlerin bizim topraklarımızda da gözü var, bu amaçla içeride birlik ve beraberliğimizi çok sağlam tutmamız gerekir.

Geçen hafta bu köşede ülkemizdeki Kürt meselesi ve terör konusunu uzun uzadıya ele aldığımızdan dolayı aynı şeyleri bir kez daha izah gereği duymuyoruz. Ancak bu konuda başvurduğumuz din ve tarih ilimleri ile sosyoloji ve siyaset bilimleri bize birçok gerçekleri anlatıyorlar. Tebaa ve yönetim ilişkilerinin bir ülke ve devletin geleceğinde ne derecede önem arz ettiğini söz konusu ilimler şöyle açıklıyorlar: Devletin güçlü olması, milletin huzur, güven içinde müreffeh yaşaması ve birlik beraberliğin güçlendirilmesi için şu beş şeyin mutlaka korunması gerekiyor:1- Din, 2-Akıl, 3-Can, 4-Mal ve 5-Nesil.

Peki korunması hayatiyet kesbeden bu beş unsurun şu anki durumu nedir? Ülkemizin ezici çoğunluğunun mensubu olduğu İslam dini, layıkıyla yeni nesillere öğretiliyor mu? Evet derseniz, bu kadar ateist, deist ve din değiştirenler kimlerdir? Diye sorulmaz mı? Müslüman vatandaşlar dinin itikat, ibadet ve ahlak boyutlarının ne kadarını kavrayabilmiş ve yaşıyor? İslam dininin bütün temel kuralları ve öğretileri medya ve her türlü sosyal mecrada tartışmaya ve tenkide maruz kalıyor, doğru dürüst dine sahip çıkan var mı? Kurtuluş ve esenlik dini olan İslam halka ve yeni nesillere layık olduğu şekilde anlatılmıyor, Müslümanların itikatları tehdit altında. Korunması gereken ikinci değerimiz aklın elden gitmesine neden olan her türlü alkol ve uyuşturucu kullanımı her geçen artıyor, bunlarla yeterince mücadele edilmiyor. İtirazı olan araştırıp ürkütücü rakamlara ulaşabilir.

Üçüncü kuralımız olan canın korunması konusunda son yıllarda yaşadıklarımız bize canlarımızın tehdit altında olduğunu anlatıyor. Narin kızımız başta olmak üzere birçok vahim cinayetler ve Yeni Doğan çetesinin işlediği melanetler, gıda terörü, trafik terörü, kadın cinayetleri, iş kazaları ve maganda teröründen tutun da daha bir çok vahim olaylar nerdeyse her gün yaşanmaya devam ediyor. Ülkemizde can güvenliği sorunu yoktur denilebilinir mi?

Dördüncü kuralımız malın korunmasıdır. Hayatın devamı için varlığı mutlaka olması gereken mallar yani maddi değeri olan para başta olmak üzere her şey bugün belirli kesimlerin elinde birikmeye devam ediyor. Çok yüksek faiz oranlarının uygulandığı ülkemizde en çok kazanan bankalar, yani rantiye kesimidir. Emekli, işçi, memur, esnaf ve çiftçinin yükselen enflasyon karşısında dayanacak fazla bir gücü kalmamıştır. Son olarak neslin korunması konusunda aile kurumunun son dönemlerde ne kadar darbe aldığı inkâr edilebilir mi?  Türkiye’de nüfus artışı çok yavaşlamış ve riskli noktalara ulaşmıştır. Boşanmaların sürekli artması ve evliliklerin azalmasıyla nüfusumuzun azalması ve yaşlanması tehlikesi kapımıza gelmiştir. Evlilik yaşı 35 yaş ve ötesine taşınmıştır. Evlenen çiftler ya bir, iki çocuk sahibi olmayı planlıyor ya da hiç çocuk sahibi olmayı düşünmüyorlar. Ayrıca gayrı meşru ilişkilerin özendirilmesinin önüne de geçilemiyor.

Yukarıda izah etmeye çalıştığımız beş ana meseleyi tahkim etmeden içeriyi nasıl tahkim edeceğiz? Halkımızın inanç birliği sağlanmadan, maneviyatı yükseltilmeden, ahlaki değerler korunmadan, akıl, can, mal ve nesil güvenliği sağlanmadan güçlü, dirençli ve birlik beraberliği kuvvetli bir toplum nasıl oluşturacağız?  Türkiye’de yaşayan hiçbir etnik unsurun başka unsurlarla bir problemi yoktur. Problem sistemin kendisindedir. Batıdan ithal edilen bu sistem artık köhnemiş, ömrünü doldurmuştur. Çözüm, çare, ilaç, kurtuluş milli köklerimize ve kodlarımıza dönmektedir. Rabbim hepimize bu şuuru nasip eylesin. Amin.

İÇERİYİ NASIL TAHKİM ETMELİ?
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin