HABİB KARAÇORLU
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. YAZAR
  4. İSLAM BARIŞ GÜCÜNÜ KİM OLUŞTURACAK?

İSLAM BARIŞ GÜCÜNÜ KİM OLUŞTURACAK?

featured

Dünyamız zalimlerle mazlumların, müstekbirlerle musta’zafların, ezenlerle, ezilenlerin, sömürenlerle sömürülenlerin, efendilerle kölelerin kıyasıya mücadele ettiği bir sahneye dönüşmüş durumda. Gazze’de ki Siyonist zulüm hiç ara vermeksizin yedi gün yirmi dört saat devam ederken dünyanın dört biryanında başka mazlumlar da aynı zulümleri yaşamaya devam ediyorlar. Gazze’de 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren geçen altı yüz gün zarfında devam eden Siyonist zulüm ve buna paralel olarak işlenen soy kırım, dünyanın pek fazla bilmediği önemli bir gerçeği ortaya çıkardı. O acı gerçek ve acı olduğu kadar da uyandırıcı gerçek şuydu: Siyonist zalimler dünyaya egemen olmuş ve Batıdan Doğuya tüm dünya yönetimlerini ele geçirmişlerdi. İnsanlığın Gazze soykırımından çıkardığı ders, Siyonizm’in ne olduğu ve onun ulaştığı nokta idi. Çünkü tarihin hiçbir döneminde, hiçbir yerde ve hiçbir zaman binlerce bebek, çocuk, kadın ve masum insan göz göre böylesine aylarca süren bir mezalimle katledilmemişti. Bugün Gazze’de yaşananlar insanlığın yüz karası olarak tarihe kaydedilmektedir. Tarih bu katliamı yapanları, bu vahşete destek verenleri ve önlemeye gücü yettiği halde sessiz kalanları lanetle anacaktır.

Kendisini insan hakları, özgürlük, eşitlik, bağımsızlık, demokrasi etiketleriyle çok medeni, çok ilerici, çok insancıl ve çok çağdaş, diğer medeniyetleri ise geri kalmış, ilkel olarak ilan eden Batı felsefe, kültür ve medeniyeti , Gazze’deki soy kırıma destek vermek veya sessiz kalmak suretiyle   bitişini ilan etmiştir. Avrupa ve ABD’nin İkinci Dünya savaşı sonrası kurdukları dünya düzeninin gerçek yüzü tüm çıplaklığı ile Gazze’deki dramla ortaya çıkmıştır. Batılı bazı ülkeler şimdilerde imajlarını kurtarmanın çabası içinde katil ve soy kırımcı İsrail’e bazı yaptırımlar uygulamaya başladılar ki, onların bu atakları Siyonist canavarları durdurmaya asla yetmeyecektir.

İkinci Dünya savaşından sonra geçen seksen yıl içinde Siyonizm merkezli Küresel Emperyalizmin ve onun kurduğu Gizli Dünya Devletinin çok hızlı mesafe kat ederek adeta dev bir ahtapot gibi dünyayı sarıp sarmaladığı dünya ekonomisine, siyasete, medyaya, kültüre ve inanca hâkim olduğu Gazze olayı ile bir kez daha netleşmiştir.

Dünya ve insanlık sadece bu seksen yıllık süreçte mi Şeytani Küresel güçler tarafından teslim alınmıştır? Elbette hayır. Her ne kadar yukarıda İkinci Dünya savaşından sonraki geçen seksen yılı (1945-2025) zikretmiş olsak ta bu seksen yılın bir de tarihte yüzlerce yıllık geçmişi vardır. Tarihi iyi incelediğimizde yeryüzünde fitne, fesat, kötülük, şer, vahşet ve dehşetin olduğu her yerde aynı senaryoları, aynı karakterleri ve aynı sonuçları görmemiz mümkündür. İnsanların arasına fitne sokarak, toplumlarda fesat çıkartarak kavgayı, çatışmayı, kaosu ve savaşları tezgâhlamayı çok iyi beceren Kabbalist Yahudi zihniyet Şeytanın yeryüzündeki egemenliğini güçlendirmek ve genişletmek için her türlü metot ve yolu kullanmaya devam etmektedir. Bu hadiseler ezelde takdir edilmiş olan İlahi imtihanın gereği olarak cereyan edip durmaktadır. Şeytan insanların düşmanıdır ve insanlar için de bir imtihan aracıdır.Yüce  Allah’ın safında olanlar şeytanı ve ordusunu yenecektir.

Yaratılış gerçeği ve gayesinden habersiz olan insan yığınları Şeytanın uydurduğu düşüncelerin, ideolojilerin ve batıl dinlerin peşinden gitmek suretiyle yüz yıllarca büyük suçlar işlediler, akıl almaz sapkınlıklar sergilediler ve sonuçta hüsrana uğradılar. Oysaki tüm kâinatın ve her şeyin yaratıcısı olan Cenabı Allah yeryüzünün halifesi olarak yarattığı insanı bu dünyada başıboş bırakmadı. İlk insan ve ilk Peygamber Hazreti Âdem (A.S.)’e verilen nübüvvet görevi ile ilahi kurallar insanlara ulaştırıldı ve dünya hayatının ne şekilde yaşanması gerektiği öğütlendi. Güç ve ömür olarak asrımız insanlarından kat be kat üstün olan geçmiş kavimlerin çoğunluğu kendilerine gönderilen ilahi elçileri dinlemediler, azıttılar, sapıttılar ve böylece toplu helaki hak ettiler. Günümüzde yeryüzünün bütün kıtalarında bu azıtmış kavimlerin geride bıraktığı kalıntılar, toplu helak olaylarına tanıklık etmektedir. Âlemlerin Rabbi, bir ve eşsiz olan Yüce Allah asla kullarına zulmetmez. İsra Suresi 15.Ayet-i Kerimede: “Kim doğru yola gelirse ancak kendi lehine yola gelmiş ve kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmıştır. Kimse kimsenin günahını çekmez. Biz peygamber göndermedikçe kimseye azab etmeyiz.” Diye buyurmaktadır.

Yüce Rabbimiz binlerce yıldan beri gönderdiği elçilerini Hazreti Muhammed (S.A.V.) ile sonlandırmış, Ona gönderdiği son kitap Kur’an-ı Kerim ile de tek kurtuluş yolu İslam’ı tamamlamıştır. Artık kıyamete kadar gelecek tüm insanlar son kitap ve son peygambere uymak zorundadırlar. Uyanlar hem dünya ve hem de ahiret kurtuluşuna ermiş, uymayanlar ise dünyada bedbaht olmanın yanında ahretteki cezaya müstehak hale gelmişlerdir.

Müslümanlar Yüce Rabbimizin emrettiği yolda ve Elçisinin izinden gitmekle mükelleftirler. İslam toplum halinde yaşanan evrensel bir dindir. Tüm çağlara ve tüm insanlığa hitap etmektedir. Kurtuluş İslam’dadır ve Şeytani güçlerle mücadele edecek tek yol da budur. Bu nedenle Müslümanlar her zaman ve her yerde kendilerine bir lider seçmek suretiyle Yüce Allah’ın gönderdiği buyrukları yerine getirmeye çabalarlar. Yüce Rabbimiz Ali İmran Suresi 104. Ayet-i Kerime’de:  “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” Diye buyurmaktadır. Ayette bahsedilen “ümmet” bir topluluk anlamındadır ve  bu topluluğun da âlimlerden oluştuğu müfessirlerce belirtilmiştir. Böylesi bir topluluğun oluşturulmasının da Müslümanlara farz-ı kifaye olduğu üzerinde ittifak edilmiştir. Halbuki  “ma’ruf’u emir ve münkerden nehiy vazifesi bütün Müslümanlar üzerine bir farz-ı ayndır. Bunun farziyeti Kitab ve Sünnet’le sabittir. Aynı zamanda bu farz, İslâm’ın en büyük farzlarından biri ve dinin temelidir. İslâm nizamı bu sayede kemâle erer ve yücelir. Şu kadar var ki, bu vazifeyi yerine getirecek bir grup teşekkülü farz-ı kifâyedir. İslâm ümmeti, bu görevi yerine getirecek bir cemaat yetiştirmek mecburiyetindedir. Bu yerine getirilmediği takdirde, bütün ümmet mes’uliyetten kurtulamaz.

Ma’ruf’u emir ve münkerden nehiy vazifesini yerine getirecek olanlar, öncelikle İslâm’ı iyi bilen âlimlerdir. O halde, ümmetin her sahada âlimler yetiştirmesi gerekir. Daha önce de ifade edildiği gibi, ümmet olabilmenin ilk esası, bir imamın bir liderin önderliğinde hükmî şahsiyete kavuşmaktır. Şayet bu yoksa,  Müslümanlar öncelikle onu yerine getirmekle mükelleftirler. Âlimlerin veya en faziletli kabul ettikleri kişilerin önderliğinde cemaat olma şuurunu geliştirirler. Bu faâliyetin yapılması ve ümmet olma azmi içinde bulunulması bile, ma’rufu emir ve münkerden nehyin içine girer. Yani bir mânada herkes ferdî Müslüman kalamaz, mutlaka İslâm cemaatinin bir uzvu olmak zorundadır. Hiçbir Müslüman’ın bu düşünceye ve faaliyete karşı olmaması gerekir. Çünkü buna karşı oluş ma’rufun yanında yer almak değil, münkere yardım etmektir. Oysa Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir. Kötülüğü emreder, iyilikten menederler.” (Tevbe sûresi, 67.Ayet) Mü’minlerin bu yöndeki nitelikleri ise şöyle anlatılır: “İnanan erkekler ve kadınlar, birbirlerinin velileridir. İyiliği emrederler, kötülükten menederler” (Tevbe sûresi, 71.Ayet) Böylece Allah Teâlâ, mü’minler ile münafıkların farkının ma’rufu emir ve münkerden nehiy konusunda ortaya çıktığını bize apaçık bildirmektedir. Şu âyet, yeryüzünde İslâm hükümran olunca, inananların nasıl davranmaları gerektiğini şüpheye düşmeyecek açıklıkla ifade eder: “Onlar, öyle kimselerdir ki, kendilerine yeryüzünde iktidar verdiğimiz takdirde, namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar.” (Hac sûresi, 41) Müslüman bir yönetimin görevlerinin başında iyiliği emir, kötülükten nehy gelir. Bunun anlamı, yeryüzünde iyilikleri yaymak, kötülüklere ise engel olmaktır. Bunun için gerekli bütün müesseseleri kurmak yönetimin başta gelen görevidir.” (1)

Yukarıdaki açıklamalar ışığında öyleyse Müslümanlar ne yapmalıdır? Müslümanlar öncelikle ayette buyrulan:” insanları hayra çağıran, iyiliği emir, kötülüğü men eden bir topluluğu oluşturmakla işe başlamalıdır. Bu âlimler topluluğu kendi arasında bir imam veya halife seçmelidir. Tüm İslam âlemini temsil edecek imam ya da halifeye Müslümanlar biat ederek İslam vahdetini oluşturmalıdır. Müslümanların Halifesi geçmiş dönemlerde olduğu gibi bir “İslam Barış Gücü” ordusu ile mazlum Müslümanların yardımına gitmeli, zalimlerin zulmüne son vermelidir. “Yok canım, bu zamanda böyle bir şey mi olur?” Diyorsanız o zaman Yüce Rabbimizin uyarısına dinleyelim:  “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra ayrılığa düşüp ihtilaf edenler gibi olmayın. İşte onlar, evet onlar için büyük bir azab vardır.” (Âl-i İmrân sûresi, 105) diye buyuran Yüce Rabbimiz mü’minler için de:  “Onlar Rablerinin çağrısına uyarlar ve namazı dosdoğru kılarlar. Aralarındaki işlerini istişâre ederek yürütürler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da Allah yolunda harcarlar.” (Şura Suresi,38.Ayet) buyurmaktadır. Sonuç olarak ya Rabbimizin buyurduğu yoldan gidecek ya da gelecek azaba katlanacağız. Rabbim bizlere Kur’an, ümmet ve vahdet şuuru nasip eylesin Amin.

  • İslam ve İhsan Web sitesi

 

İSLAM BARIŞ GÜCÜNÜ KİM OLUŞTURACAK?
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin