Batıda 18.yüz yılda başlayan sanayileşmeye paralel olarak ortaya çıkan aşırı dünyevileşme sevdası Batı toplumlarını dini hayattan kopararak seküler bir hayatı benimsemelerine neden oldu. Sanayi ve teknolojideki yenilikler toplumların refah seviyesini yükselttikçe din ve maneviyat toplumsal bir öğreti ve hayat tarzı olmaktan çıkıp bireysel tercihlere dönüştü. Sanayi ve teknoloji alanında yapılan yenilikler ve buna bağlı yatırımlarla Batıda bir sermaye sınıfı ve bunlara hizmet eden bir işçi sınıfı oluştu. Şehirlerdeki işçi sınıfı sermaye karşısında haklarını aramak ve artan refah seviyesinden payına düşeni almak için örgütlendi ve sendikalar ortaya çıktı. Köylerdeki çiftçilerde kentlilerin karnını doyurmak için çalışmalarına rağmen büyüyen refah pastasından ciddi bir pay alamadılar ve bu nedenle düzene karşı durdular. Sonuçta bütün bunlar Sosyalist ve Komünist düşüncelerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştı. Nitekim beklenen toplumsal patlama İngiltere, Almanya ve Fransa gibi sanayileşmiş ülkelerde değil tarım kesiminin ağırlıkta olduğu Rusya’da gerçekleşti. 1917 Bolşevik devrimi sonucunda milyonlarca insan katledilirken, bir sömürü aracı olarak kabul edilen din ve maneviyat da toplumsal hayattan tamamen kazındı. Rusya, Orta Asya Türk devletleri, Kafkasya, Balkanlar ve Doğu Avrupa ülkeleri Kızıl zulüm altında yetmiş yıllık bir fetret devri yaşadılar. O yıllarda Kızıl Devrimin etkileri Türkiye’de de yaşanmış, din hem devlet kurumlarından hem de sosyal hayattan tecrit edilmişti.
İçinde bulunduğumuz 21. yüz yılda Komünizmin artık pek fazla bir etkisi kalmamış gözüküyor. Ancak onun, bir madalyonun öteki yüzü durumundaki ters yüzü olan Kapitalizm sürekli güçlenerek neredeyse bütün dünyayı teslim almış gibi gözüküyor. Kapitalizmin dünyayı teslim aldığını Gazze olaylarında tartışılmaz bir gerçek olarak öğrenmiş olduk. Sadece ve sadece ekonomi ve politikaya endekslenmiş olan birçok ülke yönetimleri ekonomileri bozulmasın, yani ülkesindeki taraftarları olan sermaye sahiplerinin kârları düşmesin ya da zarar etmesinler diye Siyonizmin başını çektiği zulüm çetesinin soy kırımına ses çıkarmadılar ve boyun eğdiler. Ayrıca oturdukları makamların arkasındaki güç kaynağının kendi halkları değil de yine bu küresel efendileri olduğunu da çok iyi biliyorlardı. Nefsine mağlup olan bu zavallı yöneticiler serveti, şöhreti ve saltanatı kaybetmeyi göze alamazlardı. Çünkü halkı ve halkın parasını yönetmek çok büyük bir zevk ve terk edilemez bir bağımlılıktı, bu bağımlılıktan kopmak asla mümkün değildi. Böylece birkaçı hariç ülke liderlerinin ezici çoğunluğu bu güç zehirlenmesi sonucunda insan onurundan ve insani değerlerden uzakta kaldılar.
Madde bağımlığı denilince çoğumuzun aklına uyuşturucu veya alkol bağımlılığı gelir. Oysaki bu bağımlılıklar tedavi edilebilecek ruhsal ve fiziksel hastalıklardır. Gerçek madde bağımlılığı insanoğlunda var olan aç gözlülüktür, sınırsız doyumsuzluktur. Kendisinin ve ailesinin tüm ihtiyaçlarını en üst düzeyden karşılayacak bir gelir ve servete sahip olmasına rağmen bir türlü servete ve paraya doymak bilmeyen ve bu nedenle meşru sınır tanımayan tipler, aslında en tehlikeli madde bağımlılarıdır. Bunlar amaçlarına ulaşmak için siyaseti, medyayı ve bürokrasiyi etki alanlarına alıp çıkarları doğrultusunda kullanırlar. Böylece her iktidar erki, merkezinde sermaye sınıfı olarak onun çekim alanındaki siyaset, medya ve bürokrasi uydularıyla hareket etmekte ve devam etmektedir. Günümüzde küresel sermayenin ana patronu Yahudilerdir. Tüm ülkelerin ekonomileri İkinci Dünya savaşından sonra uygulanan reform ve projelerle küresel ekonomiye entegre edildiğinden tüm ekonomiler dolaylı ve dolaysız olarak onlara çalışmaktadır.
Ülkemizde üç asırdan beri devam eden Batılılaşma hareketleri Tanzimat, Islahat ve Meşrutiyetle vücud bulmuş ve kurumlaşmış, Cumhuriyetle birlikte ise yukarıdan aşağıya doğru yapılan tazyikle toplumun temelden değişimine neden olmuştur. Dünyevileşme, sekülerleşme modası toplumu önemli bir şekilde etkisi altına alırken din, ahlak ve maneviyat ikinci, üçüncü plan itilmiştir. Son dönemlerde yaşanılan siyasi ve ekonomik olaylar dünyevileşme konusunda geldiğimiz son noktanın vahim bir nokta olduğunu göstermektedir. Ticari ahlakın çok zayıfladığı, piyasalardaki belirsizliğin istismar edildiği, vicdan ve merhametin askıya alındığı bir dönemi yaşamaktayız. 2021 yılı sonundan itibaren ortaya çıkan piyasa düzensizliği aç gözlüler ve fırsatçılar için çok güzel bir istismar kaynağına dönüşmüştür. Devletin bu tiplerle mücadele etmesi çok zordur, çünkü mevcut kurallar onlardan yanadır, yani Kapitalizmin kuralları kanun haline getirilmiş, Yahudi felsefesi ekonomik düzene hâkim olmuştur.
Ülkemiz gündeminde uzun zamandan beri birinci sırayı işgal eden İBB ve diğer ilçe belediyelerindeki yolsuzluk ve teröre destek iddiaları siyasi bir kaosun ortaya çıkmasına neden olmuştur. İstanbul’da yapılan miting ve gösteriler siyasi bir hesaplaşmanın sonuçları olarak algılanmaktadır. Daha seçime üç yıla yakın bir zaman var olmasına rağmen Cumhurbaşkanı adaylığını açıklayan Ekrem İmamoğlu ve partisi yolsuzluk iddialarının gerekçesi olarak siyasi rekabeti göstermişlerdir. Ortada müthiş bir rekabet savaşı yaşanmaktadır. Yargıya güvenmeyen muhalefetin hakkını meydanlarda araması ülkemiz açısından çok üzücü bir durumdur. Adalete güvenin zedelendiği bir toplumda birlik ve beraberliğin ne derece kuvvetli olduğu tartışmalıdır. Seçim kazanmak, iktidar olmak bir hizmet yarışı olmaktan ziyade gücü eline geçirerek karşı tarafı ezmek, yok etmek ve servet toplamak şeklinde algılanıyorsa bu çok tehlikeli bir şeydir.
Günümüz toplumlarının dünyevileşme saikiyle maddeye olan bağımlılığı giderek artmaktadır. Mutluluğu yeme, içme, cinsel zevkler, gezip tozma, eğlence, konfor ve şatafatta arayanlar için aslında dünya çok sıkıntılı bir yerdir. Çünkü tüm bunları elde etmek için çok büyük bir uğraş vermeniz gerekiyor, bu da sizi ahlak ve faziletten uzaklaştıracaktır. Amacınız servet kazanmak veya makam elde etmek ise işiniz daha çok zordur. Çünkü burada sizin birçok rakipleriniz olacaktır. Makamına göz diktiklerinizle büyük ve çetin bir kavgaya hazırlıklı olmanız gerekiyor. Çünkü hiç kimse elindeki makam ve gücü bir başkasına devretmeyi asla düşünmez. Makam sevdasının tarihte ne dehşet verici sonuçları olduğunu biliyoruz. Hazreti Peygamber (S.A.V.)’in güzide sahabelerinden bazıları bu yolda şehit edildiler. Ve yine ne yazık ki torunu Hazreti Hüseyin ve Ehl-i beytten 72 kişi Kerbela’da makam uğruna şehit edildiler. Osmanlıdaki taht kavgaları ve makam kapma sevdaları en sonunda devletin zevalini hazırlamadı mı? İnsandaki makam arzusunun veya şehvetinin beş yüz şehvetten daha güçlü olduğunu söyleyen büyük zatlar, makam arzusunun peygamberlerden sonraki makamda bulunan sıddıkların dahi kalbinden en son çıkan dünyevi arzu olduğunu söylemişlerdir.
Siyaset Hakka ve halka hizmet için yapılıyorsa, o gerçekten doğru bir siyasettir ve ibadettir. Siyaset şahsi ve zümrevi çıkarlar için yapılıyorsa o politikadır. Politikada “çok yüzlülük” demektir. Siyaset değil politika yapanlar renkten renge girmekte, belli bir yerde durmamakta, fırıldak gibi dönmektedirler.. Bugünlerde vefat yıldönümü nedeniyle rahmetle andığımız merhum Muhsin YAZICIOĞLU öyle demişti: “Bir saniyesine bile hâkim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur.” Rabbim mekânını cennet makamını âli eylesin. Akıllı insan ahretini dünyaya değişmeyendir. Üç günlük dünyayı sonsuz bir hayata tercih edenler aklını kullanmayanlardır. Akıl iman ve vicdanın emrinde olmalı, nefisle mücadele etmelidir. Nefis insan için en büyük düşmandır. Rabbim nefsimizin şerrinden bizi emin eylesin, razı olduğu salih kullarından eylesin. Âmin.