İslam âlemi ve tüm dünyanın on bir aydan beri Gazze’de devam eden soy kırıma sessiz kalmasından cesaret alan Siyonist katiller işgal ve katliamı daha da genişleterek bu hafta Batı Şeria topraklarına da saldırılar düzenleyip katliamlar yapmaya başladılar. Güney Afrika devletinin Uluslararası mahkemede İsrail aleyhine açtığı dava dışında hiçbir İslam ülkesinden veya başka ülkelerden İsrail aleyhine ciddi manada bir müeyyide uygulandığını maalesef göremedik. Dünyanın dört bir yanında fıtratı bozulmamış, vicdan sahibi insanların yaptıkları yürüyüş, eylem ve protestoların zulmü durdurmada da fazla bir etkisi olmadı. Elebaşılığını Netanyahu’nun yaptığı İsrail’deki aşırı Siyonist hükümet(la’netullahi aleyhim) iyice azıtmış ve kudurmuş bir durumda artık ne yapacağını şaşırmış durumda sağa sola saldırmaya devam ederken uşağı ve kölesi durumundaki Amerikan hükümeti de bir yandan ateşkes için güya çaba sarf ederken öte yandan katillere silah göndermeye de devam ediyor.
ABD donanmasının yaz aylarında Doğu Akdeniz’de İsrail’in güvenliğini sağlamak için düzenlediği askeri tatbikatlara Türk donanmasından bazı savaş gemilerinin de katıldığı iddia edildi ve bu zamana kadar da bu konuda kamuoyunu tatmin edici bir açıklama yapılmadı. Bu tatbikata katılan ABD savaş gemilerinden USS Wasp isimli amfibi hücum gemisinin keşif ve ikmal amacıyla İzmir limanına demirlemesine vatandaşlardan ve siyasilerden büyük bir tepki geldi. Gemiyi protesto edenlerden bir grup genç karaya çıkan Amerikan askerlerinden birinin başına çuval geçirdi. Bu eylem, 4 Temmuz 2003 günü Kuzey Irak‘ın Süleymaniye kentinde karargâh kurmuş bulunan bir binbaşı komutasındaki 11 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun ve Türkmen mihmandarlarının Irak‘taki işgal kuvvetlerinin bir parçası olan Amerikan 173. Hava İndirme Tugayı’na bağlı askerlerce ve yanlarında peşmergelerin de bulunduğu bir şekilde sürpriz bir baskın sonucu derdest edilmeleri ve başlarına çuval geçirilmek suretiyle götürülüp 60 saat süresince alıkonularak sorguya çekilmelerine bir misilleme olarak yapıldı. Bu eylemi gerçekleştiren ve bu nedenle tutuklanan gençlerimizi tebrik ediyoruz.
Doğu Akdeniz’de İsrail’in güvenliği için tatbikat yapan Amerika’dan hem silah desteği ve hem de cesaret alarak Gazze’den sonra Batı Şeria topraklarına saldıran Siyonist işgalci katiller Nablus, Cenin, Tubas ve Tulkarim kentlerinde onlarca Filistinli Müslüman’ı şehit ettiler ve yüzlercesini esir aldılar ve ayrıca buldozerlerle birçoğunun evini de yıktılar. Bütün bu olanlara seyirci kalan başkent Ramallah’taki devlet başkanı Mahmut Abbas ve hükümeti ise sadece Filistinlileri teskin ve tehdit etmekten başka bir şey yapmamaktadır. Her gün adım adım Siyonistlerce işgal edilen Filistin’in Ürdün sınırındaki Batı Şeria toprakları çok yakın bir zamanda Gazze ile aynı kaderi yaşamak felaketiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Amerika ve Batıdan aldığı siyasi ve askeri destekle BOP yani Büyük İsrail Projesini gerçekleştirmek için çırpınan Siyonistlere karşılık kimlik, dava ve hedefini kaybetmiş Müslümanlar ne yapabilirler?
Geçen hafta bu köşede kaleme aldığımız “Nasıl Bu Hale Geldik?” adlı makalemizde Hazreti Peygamber (S.A.V.) döneminden Osmanlı Devletinin yükselme dönemine kadar geçen zaman zarfında Müslümanların bilim, teknoloji, sanat, kültür ve medeniyette çağlarına göre son derece üstün olduklarını anlatmış, ancak sonraki dönemlerde Batının bu konularda İslam âlemini geride bıraktığından söz etmiştik. Toplumdaki en etkin ve önder durumda bulunan ilmiye sınıfındaki duraklama ve gerileme devlete ve halka da sirayet etmiş ve o devirlerden beri İslam âlemi derin bir gaflete ve uykuya dalmıştır. İlmiye sınıfının araştırma ve içtihatları bırakarak taklitçiliğe başladığı bu dönemde en vahim olay dini ilimlerin fen ilimlerinden ayrılmasıdır. Medreselerden fen ilimlerinin yavaş yavaş kaldırılması, din ve bilim çatışmasına zemin hazırlamıştır. Oysa İslam’ın ana kaynağı Kur’an-ı Kerim Müslümanları ve hatta tüm insanları kâinat ve eşya hakkında düşünmeye, araştırmaya, incelemeye ve gözlem yaparak sonuçlar çıkarmaya teşvik etmiştir. 16.asırdan itibaren duraklama ve uyuklama dönemine giren İslam âlemi gözlerini ancak 19.asırda Batılıların işgal ve saldırılarıyla açabilmiştir.
19.yüz yılın başından itibaren Batılıların saldırı ve işgaline maruz kalan İslam âlemi, kuzeyde Rusların, doğu ve güneyde ise İngiliz ve Fransızların savaş teknolojisindeki üstünlüğüne boyun eğmiştir. Rusların Orta Asya ve Kafkasya’yı işgal ve sömürü amacıyla yaptığı saldırılara Müslüman toplumlar karşı koyamamışlardır. Ayrıca İtalyan ve Fransızların Afrika ülkelerindeki sömürgecilik faaliyetleri durdurulamamıştır. İngilizlerin önce Hindistan sonra Orta Doğudaki sömürge ve işgallerine karşı yeterli bir direniş gösterilememiştir. Bu dönem zarfında ümmetin en büyük ve güçlü devleti zayıfladığı için mazlum Müslümanlara gerekli destek de verilememiştir. Ancak bütün bunlara rağmen hiçbir beldede Müslümanlar işgalci kâfirlere karşı asla cihadı terk etmemişlerdir.
Birinci Dünya savaşı İslam âlemi için önemli bir dönüm noktası olmuş ve İslam âleminin başı Osmanlı Devleti ve Hilafeti tarih sahnesinden ayrılmış ve böylece imamesi kopmuş bir tesbih gibi Müslümanlar darmadağın olmuşlardır. Bugün hala toparlanamamış olan Müslümanları bir araya getirmek ve İslam dinini gerçek manada hayata uygulamak için çalışan İslam alemindeki üç büyük siyasi hareketten bahsetmiştik. Bunlardan birincisi Mısır’da 1926 yılında Hasan El-Benna tarafından kurulan İhvan-ı Müslimin hareketidir ki, tüm Orta Doğu’da geniş taraftar kitlelerine sahiptir. Hareket Mısır’da 2012 yılında Muhammed Mursi’nin Cumhurbaşkanı seçilmesiyle iktidara gelmiş ancak Genelkurmay başkanı Abdülfettah Sisi’nin bir yıl sonra yaptığı darbeyle bu hareket hem iktidardan uzaklaştırılmış hem de en ağır şekilde cezalandırılmıştır. Darbeci Sisi Cumhurbaşkanı sıfatıyla iki gün önce Türkiye’ye gelmiş ve ağırlanmıştır.
İslam âlemindeki ikinci büyük siyasi hareket Pakistan’da Ebu’l-A’la Mevdudi tarafından 1941 yılında kurulan Cemaat-i İslami’dir. Bu hareket ve önderleri hem Pakistan ve hem de Bangladeş’te büyük baskılara maruz kalmış, hareketin liderlerinden birçoğu hapsedilirken bir kısmı da idam edilmiştir.
Üçüncü büyük siyasi hareket ise Türkiye’deki Milli Görüş hareketidir. 1969 yılında Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve arkadaşlarının başlattığı Milli Görüş hareketi: “Türkiye’de yabancı kaynaklı sağ ve sol fikirler varsa onların karşısında bir Milli Görüş Hareketi de vardır” saikiyle yola çıkmıştır. Önce Ahlak ve Maneviyat, Adil Düzen ve Milli Sanayi tezleriyle yola çıkan Milli Görüş Hareketinin kurduğu Milli Nizam, Milli Selamet, Refah ve Fazilet Partileri, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbeleriyle kapatılmıştır. Bu dönem zarfında hem merkezi hükümet ve hem de yerel idarelerde seçimler kazanan ve çok başarılı hizmetleri olan Milli Görüş, Türkiye’deki iç mihraklar ve dışarıdan yapılan müdahalelerle bölünmek suretiyle bitirilmeye karar verilmiş ve tam üç kez bölünme yaşamasına rağmen davanın lideri Necmettin Erbakan ve dava arkadaşları mücadeleye devam etmişlerdir. Erbakan en son kurduğu Saadet Partisinin Genel Başkanı olarak 2011 yılı Şubat ayında vefat etmiştir.
İslam dünyasının bu üç büyük siyasi hareketi Siyonist emperyalizmin ilerlemesini durdurmuş ve bu nedenle de çok ağır saldırıların hedefi olmuştur. Bu hareketlere yeteri desteği vermeyen İslam coğrafyasının birçok ülkesi bugün bunun bedelini ödemektedir. Devleri cüce, cüceleri ise dev zanneden Müslümanlar Kur’an ve Sünnet yolundan uzaklaşmanın bir sonucu olarak dost ve düşmanları birbirinden ayırt edememiş ve bugün bu hale gelmiştir. Rabbim Hakkı Hak olarak bilip Hakka tabi olmayı, batılı ise batıl bilip ondan uzaklaşmayı nasip eylesin. Âmin.