19 Martta İBB başkanı Ekrem İmamoğlu ile birlikte Şişli ve Beylikdüzü belediye başkanları ve yüz civarında belediye çalışanı ve iş adamlarının gözaltına alınması ve ardından tutuklanmasıyla başlayan süreç giderek ülkemizi siyasi bir çatışma alanına çeviriyor. Son olarak Özgür Özel’in yaptığı boykot çağrısıyla siyasi kriz miting meydanlarından ekonomik alana taşınmış oldu ki bu durum diken üstünde olan Türkiye ekonomisi açısından çok olumsuz sonuçlar doğurabilir. 19 Marttan bugüne kadar piyasalardaki olumsuz hareketliliği göğüslemeye çalışan ekonomi kurmaylarının bundan sonraki süreçte nasıl bir yol izleyeceği merakla bekleniyor. Düşürülme safhasındaki faizin yeniden yükseltilmesi durumunda ekonomi yeniden darboğaza girecek, enflasyon yeniden şahlanacak mı? Bunu ilerideki günlerde göreceğiz. Ancak bildiğimiz bir gerçek var ki, o da her siyasi kriz birilerini abad ederken bedelini de gariban vatandaş ödemektedir.
Türkiye’deki siyasi çekişmelerin, kamplaşmanın ve siyasi akımların en azından iki asırlık bir geçmişi olduğunu hatırlayalım. Bütün siyasi çekişmelerin, komploların darbelerin, çatışmaların ve kaosların arkasında dış güçlerin ve onların içerideki işbirlikçilerinin eseri olduğunu da bir kez daha hatırlayalım. Sultan Abdülmecid döneminde idareye ve hükümete iyice yerleşen ve her biri Batılı bir devletin çıkarlarına hizmet eden işbirlikçi vezirler ve devlet adamları israfın ve talanın önünü açarak 1875 yılında Osmanlı Devletinin iflasını ilan etmesine sebep oldular. Bu nedenle Sultan Abdulaziz tahtından indirildi ve katledildi. Yerine tahta çıkarılan V.Murat yaşadıkları ve gördükleri karşısında aklını kaybetti. Onun yerine meşrutiyeti ilan etmek şartıyla tahta çıkartılan Sultan II.Abdulhamid işbirlikçilerin isteklerini yerine getirdi ve 1876 yılında meşrutiyeti ilan etti. Ancak çoğunluğunu azılıkların oluşturduğu meclis hiç yapılmaması gereken bir hata yaparak Rusya’ya savaş açtı. Savaşa hazırlıklı olmayan Osmanlı ordusu doksan üç (1877-78) harbinde büyük bir mağlubiyet aldı ve birçok Osmanlı beldesi düşmanların eline geçti.
Sultan Abdulhamid meşrutiyeti askıya alarak dizginleri eline geçirdi. İç ve dış düşmanların aleyhindeki çalışmalarına ve propagandalarına aldırmadan ülkesini her alanda Avrupa ile rekabet edecek düzeye çıkarmaya gayret etti. Dış politikada izlediği İslam Birliği yöntemiyle Batı karşısında güçlü bir blok oluşturmaya çabaladı. Bu konuda hilafet makamının tesir ve gücünden yararlandı. Dönemin güçlü devletleri ABD, Rusya, İngiltere ve Fransa ve onlarla birlikte Filistin’de bir Yahudi devleti kurmayı amaçlayan Siyonistler gayrı müslim azınlıklar üzerinden Osmanlı’yı parçalamaya çalıştılarsa Abdulhamid Han onların tüm oyunlarını bozmayı başardı. Bunun üzerine kaleyi içerden fethetmeye karar verdiler. Kandırdıkları yüksek tahsil talebelerini Sultan Abdulhamid aleyhine kışkırttılar. Kurdukları gizli yer altı teşkilatı İttihad ve Terakki Cemiyeti ile ordu, idare, basın ve halk içine sızdılar. Ordu içindeki subayları örgütleyerek Sultan Abdulhamid’i devirme planları yaptılar. Abdulhamid’i Meşrutiyeti ilana zorlamak için önce Kolağası Resneli Niyazi ve sonra Koloağası Enver(Paşa) dağa çıktılar. Sonunda istekleri gerçekleşti ve 23 Temmuz 1908 tarihinde Meşrutiyet ilan edildi. Meşrutiyetin ilanı ile basında sansür kalktı ve farklı din ve uluslardan tüm azınlıklar kendi dillerinde gazeteler ve dergiler çıkararak bölücü faaliyetlere başladılar.
Sultan Abdulhamid’in devlet idaresine ortak ettiği İttihatçıların yeni hedefi Sultanı tahttan indirmekti. Bunun için İngiliz-Siyonist işbirliği ile 31 Mart vakası adı verilen bir ayaklanma tezgâhlandı. Bazı medrese öğrencileri ve askerlerin karıştığı ayaklanmada birçok devlet erkânı öldürüldü. Bu ayaklanmayı bastırmak amacıyla Selanik’te bulunan 3.ordu mensupları Hareket Ordusu adı altında bir ordu kurdular. Bu ordu içerisinde sonradan meşhur olan bütün subaylar yer almaktaydı. İstanbul’a gelen Hareket ordusu isyanı bastırmakla kalmadı ve silah zoruyla bir hal fetvası yazdırarak Sultan Abdulhamid’i 27 Nisan 1909 tarihinde tahttan indirdi. Onun yerine tahta çıkartılan Sultan V.Mehmet Reşad tam da İttihatçıların kullanabileceği biriydi. İpleri tam olarak ele geçiren İttihatçılar siyasi rakiplerini de birer birer ortadan kaldırmaya başladılar. İttihatçıların Turancılık fikri diğer Müslüman tebaanın devletten soğumasına neden oluyordu. İttihatçıların devlet yönetimindeki acemilikleri ve hataları kısa zamanda sonuçlarını vermeye başlamıştı. 1911 yılında işgale uğrayan Trablusgarb (Libya) İtalyanların eline geçerken, 1912-13 Balkan savaşları ile tüm Avrupa toprakları kaybedilmişti. 1914 yılında Osmanlı Devletini Birinci Dünya savaşına sokan İttihatçılar böylece altı asırlık devletin yıkılmasına neden olmuşlardı. İttihatçıların üç önemli lideri Enver, Talat ve Cemal imzalanan Mondros anlaşmasının ardından yurt dışına kaçtılar.
Osmanlı Devletini bir bakiyesi olarak kurulan Türkiye Cumhuriyetinde de siyasi buhranlar asla bitmedi. İttihatçıların kurduğu Cumhuriyet Halk Fırkası ile onların geçmişteki siyasi rakipleri Batılı liberal düşünceleri savunan Hürriyet ve İtilaf fırkasının devamı olan muhafazakâr, milliyetçi merkez partiler arasındaki kavga ya darbelerle ya da çeşitli entrikalarla sonuçlandı. 1969 yılında Necmettin Erbakan liderliğinde siyasi arenaya giren Milli Görüş hareketi Batıcı veya sol düşüncelerin karşısında Milli bir siyaset anlayışını savundu. Her iki tarafta Erbakan ve düşüncelerine cephe aldılar. Buna rağmen onlarla çeşitli koalisyon hükümetleri kuran Erbakan’ın Milli Görüşçü partileri ülkeye çok büyük hizmetler sundu. Ülkenin Sağcı-solcu diye bölünmesine karşı milli birliği ve milliliği savunan Erbakan’ın bugün ne kadar haklı olduğu tüm kesimlerce daha iyi anlaşılmakta ve görüşleri kabul görmektedir.
Bugünkü siyasi tabloda geçmişten gelen siyasi hareketlerin yine eskilerde olduğu gibi çatıştırılmak istendiği anlaşılmaktadır. Bu arada Gazze’yi yerle bir eden İsrail hem Lübnan’a hem de Suriye’ye saldırılarını devam etmektedir. Önceki günlerde Suriye’deki askeri üsleri yeniden bombalayan Siyonistler Hama’daki askeri üssün yanında Türkiye’nin yerleşmeye çalıştığı Humus’taki T-4 askeri üssünü de yerle bir etmiştir. İsrail Türkiye’ye gözdağı vermektedir. Suriye’deki Ahmet Eş-Şara hükümeti acziyet içinde sesini çıkaramamaktadır. Bu gidişle Suriye de Siyonist işgale uğrayacak ve İsrail bizimle komşu olacaktır.
Filistin ve Suriye de bütün bunlar olurken siyasetin ve medyanın siyasi iç çekişmelerle meşgul olması ne kadar vahimdir. Tarihin tekerrür etmemesi için aklımız başımıza almamız gerekmiyor mu? Rabbim başta yöneticilerimiz olmak üzere hepimize feraset, basiret ve dirayet nasip eylesin. Âmin.