HABİB KARAÇORLU
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. YAZAR
  4. SON YÜZ YILIN MUHASEBESİ-II

SON YÜZ YILIN MUHASEBESİ-II

Geçen hafta bu köşede ele aldığımız Cumhuriyet döneminin geçen yüzyılını değerlendirme amaçlı yazımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu hafta içerisinde Kuzey Irakta meydana gelen hain terör saldırısı nedeniyle şahadet şerbetini içen kahraman askerlerimize bir kez daha Yüce Rabbimizden rahmet dilerken kederli ailelerine de sabrı cemil niyaz ediyoruz. Doğal afetler, terör ve trafik kazaları adeta ülkemizin değişmez kaderi haline gelmiş gibi. Perşembe günü Sakarya ‘da meydana gelen zincirleme trafik kazası da bize şu soruyu sorduruyor: “Bütün bunlar kaderin cilvesi mi, yoksa ihmal, hata, kusur ve cehaletin sonucu mu, ya da her ikisi mi?”  Bu arada 7 Ekim’den beri Gazze’de Siyonist katillerin Filistinli kardeşlerimize uyguladığı soy kırım zulmü ara vermeksizin devam ederken, tüm dünya bu vahamete sesiz kalarak maalesef artık insanlığın bittiği gerçeğini de ortaya koyuyor.

Geçen haftaki yazımızda Anadolu’da ve onunla bağlantılı olan coğrafyalarda millet olarak bin yıl içerisinde yaşananları kısaca özetlemiş, 1919-1922 yılları arasında emperyalist devletlere karşı verilen İstiklal Harbinin ardından kurtarıcıların altı asırlık Osmanlı Devletine ve bin üç yüz asırlık Hilafete son verdiğini ifade etmiştik. 18.asrın ilk çeyreğinde Lale Devriyle başlayan Avrupalılaşma hareketlerine Cumhuriyet döneminde çok büyük bir hız verildi; hukuk, eğitim, kültür, ekonomi, sosyal hayat olmak üzere her alanda inkılâplar(devrimler) yapıldı.  Bu devrimler halkın önemli bir kısmında tepkiyle karşılandı. Doğudaki Şeyh Said isyanından sonra Sivas, Tokat, Amasya, Yozgat, Rize, Erzurum ve Maraş gibi birçok şehirde Şapka Kanuna karşı çıkanlar ya idam edildi ya da hapis cezasına çarptırıldı. Kurtuluş savaşı yıllarında iç isyanlara karışanları yargılamak için kurulan İstiklal mahkemeleri, İskilipli Atıf Hoca olmak üzere birçok âlimi astırarak inkılâpları halka baskıyla kabul ettirdi. 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen kanunlarla birlikte eğitim, hukuk ve sosyal alanda halk büyük bir değişim geçirmiş, memurlar ve aydınlar başlarına fötr şapka giyerken, esnaf, köylü ve işçiler kasket giymişlerdi. Osmanlı döneminde kadınlar için en uygun ve zarif kıyafet olarak kabul edilen çarşaf kaldırılmış, onun yerini manto ve pardesü almıştı. Eğitimde yüz seksen derecelik bir dönüşle İslam ve Osmanlı eğitim sisteminin yerini Batılı eğitim sistemi alıyor, gençler laik ve Avrupalı bir zihniyete ve ahlaka sahip olarak yetiştiriliyordu. Geçmişe dair her ne varsa; eğitim-öğretim, hukuk ve adalet, musiki, mimari, giyim-kuşam, ölçü, tartı, takvim, hepsi çağdaş Avrupa ile aynı hizaya sokuluyordu. Bu durumlardan rahatsız olan Millî Mücadele’nin lider ve aydın kadrosundaki Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Adnan Adıvar, Ali Fuat Cebesoy, Hüseyin Avni Ulaş, Cafer Tayyar Eğilmez, Refet Bele, Bekir Sami Kunduh ve Hüseyin Cahit Yalçın gibi bazı milletvekilleri mecliste ayrı bir grup oluşturup Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı (TCF) kurdular. Ancak TCF’nin, Şeyh Said İsyanı’ndan sonra 5 Haziran 1925 tarihinde kapatılıp önde gelen üyelerinin idamı veya siyasetten uzaklaştırılmasından sonra, CHP ülkedeki tek parti olarak devletle özdeş hale geldi ve ilke ve düşüncelerini anayasaya yerleştirdi. CHP 1946 yılına kadar TBMM seçimlerine tek parti olarak katılmıştı. Bu dönemde Doğu ve Güneydoğuda çıkan isyanlar çok sert bir şekilde bastırıldı ve devletin üniter yapısının korunması için çok ciddi tedbirler alındı. Misak-ı Milli sınırları içinde yer alan Musul başta olmak üzere Türklerin çoğunlukta olduğu birçok bölge İngiliz ve Fransızlardan geri alınamadı.  Sadece Hatay ili üzerinde yapılan çalışmalar üzerine bu ilimiz 2 Eylül 1938 tarihinde bağımsız olmuş ve daha sonra anavatana katılmıştır.

Kurucu Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı M.Kemal Atatürk’ün 10 Kasım 1938 tarihinde vefatı üzerine, yerine Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın desteği ile Kurtuluş Savaşının komutanlarından İsmet Paşa seçildi. İsmet İnönü,  Batıcılığı yanında o dönemin süper gücü olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin düşünce ve uygulamalarına sempatiyle bakıyordu. İsmet İnönü devlet dairelerinden, para ve pulların üzerinden Atatürk’ün resmini kaldırıp kendi resmini koydurarak işe başlamıştı. 1939 yılı sonbaharında başlayan II.Dünya savaşı Türkiye’de halka çok zor yıllar yaşattı. Başta ekmek olmak üzere birçok tüketim maddesi karneye bağlanmış, halk büyük bir yoksulluk yaşamıştı. Savaşın her an ülkemize sıçraması ihtimali göz önüne alınarak askerlik dört yıla çıkarılmıştı. 1945 yılında biten II.Dünya savaşı sonunda savaşın galipleri ABD,SSCB ve İngiltere liderleri “Yalta Konferansı” adı verilen toplantı ve anlaşmayla dünyayı kendi aralarında bölüşmüş ve Türkiye de ABD’nin payına düşmüştü.

Yeni iki kutuplu dünyanın “iyi polis” tarafındaki ABD, savaşın mağduru olan ülkelere Marshall yardımı adıyla yardımlar göndermiş, Türkiye de bundan nasibini almıştı. Artık ABD hem bizim müttefikimiz, hem de hamimiz sayılırdı. Çünkü zalim Stalin’in başında bulunduğu SSCB bizden hem Kars ve Ardahan’ı hem de boğazları istiyor, Türkiye’yi ABD’nin kucağına doğru itiyordu. Bu arada CHP iktidarı iyice yıpranmış halkın gözünden düşmüştü, halkın karşısına yeni bir yüzle çıkmak gerekiyordu. Demokrasiye geçilmesi gerekiyordu, gerekli talimat verildi ve CHP’den ayrılan milletvekilleriyle Demokrat Parti kuruldu. 1946 seçimleri yine alışık şekilde; “açık oy, gizli tasnif” yöntemiyle yapıldı. CHP bir dört yıl daha ülkeyi yönetecek çoğunluğu güya kazanmıştı, ancak halk bu sonuçlara itibar etmedi.

14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimleri bu kez Demokrat Parti (DP) kazandı. “Yeter Söz Milletindir” sloganıyla seçimleri kazanan DP’nin ilk icraatlarından biri 1932 yılından beri Türkçe okunan ezanı aslına çevirmek oldu. Bu karar halkta büyük bir heyecan ve takdir uyandırmıştı. Bu önemli icraatın ardından açılan İmam Hatip okullarıyla birlikte halk DP ve Başbakan Adnan Menderes’i iyice sahiplenmiş, böylece 1954 yılında yapılan seçimleri DP çok rahat kazanmıştı. ABD Türkiye’deki yeni iktidarla sıkı bağlar kurmuş, Kore savaşına katılan Türkiye NATO’YA memnuniyetle kabul edilmişti. DP iktidarı dışarıdan aldığı borçlarla kalkınma hamlesi başlatmış, kara yolu yapımına büyük bir önem verilmiş, fabrikalar açılmıştı. Ancak bu mutlu yıllar çabucak geçmiş, ülkede döviz sıkıntısı başlamıştı. Ekonomik ve siyasi krizlerin gölgesi altında yapılan 1957 seçimlerini DP kazansa da oy oranı % 50’nin altına düşmüştü. Ülkede ekonomik krizle birlikte yükselen siyasi kriz 27 Mayıs 1960 darbesine zemin hazırlamıştı. 37 düşük rütbeli subayın gerçekleştirdiği darbe ordunun üst kademesini tasfiye etmiş, anayasa ve meclisi feshetmişti. Darbeciler Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere tüm Demokrat Partili bakan ve milletvekillerini Yassıada’da yargılatmış, onları çok büyük hakaretlere ve zulme tabi tutmuştu. Arkasında ABD’nin bulunduğu ihtilal komitesi, kendisine kurban olarak Menderes, Zorlu ve Polatkan’ı seçerek idam etmişti.

Cumhuriyetin on yıllık demokrasi denemesi böylece acı bir sonla bitmiş, hak ve halk için siyasete soyunanlar sindirilmişti. Bugün “üç mazlum” rahmetle anılırken onlara zulmedenler tarihin çöplüğünün dibinde unutulmuşlardır. Yazımıza önümüzdeki hafta devam etmek dileği ile Yüce Rabbimizden ülkemizi, milletimizi ve devletimizi iç ve dış düşmanların şerrinden korumasını niyaz ederim. Âmin.

SON YÜZ YILIN MUHASEBESİ-II
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin