Ülkemizin Cumhuriyet döneminde geçirdiği son yüz yılın muhasebesini yapmaya, yaşanan olayları irdelemeye ve günümüzde hala devam eden sorun ve problemlerin geçmişteki çıkış ve kaynaklarını ortaya koymaya bu yazımızda da devam ediyoruz. Bu arada son bir iki ay içersinde meydana gelen ilginç olayları da burada ele almakta büyük fayda görüyoruz. Yaşadıklarımızdan ve elde ettiğimiz tecrübelerden şunu çok iyi anladık ki: Ülkemizde veya dünyanın herhangi bir bölgesinde meydana gelen olaylar, asla tesadüf eseri veya sebepsiz oluşmamıştır. Bütün olayların arkasında bir plan ve o planı hazırlayıp uygulayan birileri vardır. Yani siyasette, ekonomide, sosyal olaylarda ve dış meselelerde tesadüf diye bir şey asla yoktur.
Filistin’in Gazze bölgesinde dört buçuk aya yakın bir zamandır işgalci ve katil Siyonist çetelerinin uyguladığı zulüm hiç ara vermeksizin vahşi ve barbar bir şekilde devam etmektedir. Son olarak bu konuda Uluslararası Adalet Divanının vermiş olduğu karar da bir işe yaramamış, işgalci haydutların soy kırım vahşetini durduramamıştır. Daha önce de burada defalarca ifade ettiğimiz gibi adına İsrail denen işgalci terör şebekesi uluslararası hiçbir yasa ve kararı asla tanımamakta ve umursamamaktadır. Çünkü mevcut dünya düzenini kuranlar ve ayakta tutanlar zaten kendileridir. İkinci dünya savaşı sonrasında düzenlenen Yalta konferansı sonucunda kurulmuş olan Birleşmiş Milletler ve bağlı kuruluşları onların gaye ve hedeflerine hizmet amacıyla oluşturulmuştur ve bugüne kadar da sadece onların amaçlarına hizmet etmiştir.
Küresel ırkçı emperyalizm hiçbir taşın altını boş bırakmamıştır. Yirmi beş, elli ve yüz yıllık plan ve projelerle tüm ülkelerin siyaset, ekonomi, soysal ve idari yapılarına müdahale edilmiş ve kendi çıkarları açısından istedikleri düzenler kurulmuştur. Gazze’de yaşanan dram bu tezimizi gayet açık şekilde isbat etmektedir. Adına Cumhuriyet, yönetim şekillerine demokrasi denilen ülkelerin aslında ne cumhuriyetle ne de demokrasi ile pek bir alakaları yoktur. Gazze’deki soy kırıma ve işgale tepki gösteren ve müdahale edilmesini isteyen dünyadaki yüz milyonlarca insanın tepkisi, çığlığı, gözyaşları, yakarışı ve protestosu asla kendi yönetimlerinde İsrail zulmünü durdurma yönünde en küçük bir kıpırdanışa neden olamamıştır. Ne acıdır ki, BM üyesi 195 ülkenin yönetimi Güney Afrika’yı istisna tutarsak gayet pişkin bir şekilde, ne İsrail’le diplomatik ve ticari ilişkilerini kesmiş, ne de İsrail’in katliamını durdurmak için bir tek adım atmıştır. Bu rezil ve zelil durum, dünyanın Küresel ırkçı emperyalistler tarafından teslim alındığını, yönetici diye halkın karşısında duranların aslında bir piyon ve kukladan ibaret olduğunu ve ülkelerin bilinen yönetimleri dışında gizli bir yönetimlerinin olduğunu göstermektedir.
Bu arada Gazze’de yaşanan soy kırımı gündemden düşürerek kamuoyunun dikkatlerinin başka yönlere çekilmesi için yapay gündemler oluşturulmaya çalışılmaktadır. Ülkemizde son zamanlarda işlenen cinayetlerin de bu amaçla yaptırıldığı tahmin edilmektedir. İstanbul’un Sarıyer ilçesinde Santa Maria Kilisesindeki ayin sırasında, ayine katılanlar içinde bulunan bir Hıristiyan vatandaşın maskeli 2 kişi tarafından silahlı saldırı sonucu öldürülmesi ve yine Ramazan Pişkin Hoca’nın bir saldırgan tarafından bıçakla öldürülmesi hep zikredilen amaca yönelik eylemlerdir.
Bütün bu ahval ve şartların gölgesinde son yüz yılın muhasebesini yapmaya devam edelim. 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimler AK Partinin büyük bir zaferiyle sonuçlanmış CHP dışındaki tüm partiler barajı aşamadıklarından meclis dışında kalmışlardı. AK Parti seçimden büyük bir zaferle çıksa bile önünde büyük bir engeli vardı. Çünkü Genel başkan Recep Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı olduğu için başbakan olamamış, hükümeti Abdullah Gül kurmuştu. Erdoğan seçim sonrasında Avrupa ülkelerine bir dizi ziyarette bulunmuş ve bir başbakan gibi karşılanmıştı. Bu durumun düzeltilmesi gerekiyordu ve nitekim CHP’nin de verdiği destekle gerekli yasalar düzenlemeler yapıldı ve Erdoğan’ın siyasi yasağı kalkmış oldu. Bu arada Siirt’te yapılan seçimler iptal edildi ve yeniden yapılmasına karar verildi.
İç politikada yaşanan olağanüstü olaylar yanında dış politikada da çok önemli olaylar cereyan ediyordu. 11 Eylül 2001 tarihinde İkiz Kulelerin vurulmasının ardından ABD bu bahaneyle Afganistan’ı işgal etmiş, sıra Irak’a gelmişti. Irak’a yapılacak saldırılarda ABD’nin önemli oranda Türkiye’nin desteğine ihtiyacı vardı. Bu amaçla hükümet tarafından düzenlenen tezkere 25 Şubat 2003’te TBMM’ye sunuldu ve 1 Martta genel kurulda yapılan oylamada reddedildi. Tezkerenin tam adı “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için Hükümet’e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi” idi. Tezkerenin reddedilmesi yeni hükümetle ABD arasında büyük bir gerileme neden oldu.
Siirt’te 9 Mart 2003’te yenilenen ve yalnızca 4 partinin katıldığı seçimler sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi 3 milletvekilliğini de kazandı ve böylece Erdoğan Siirt milletvekili olarak meclise girdi. Abdullah Gül’ün istifası sonucunda Erdoğan 59.hükümeti kurarak Başbakanlık koltuğuna oturdu.
20 Mart sabahı ABD ve müttefikleri Irak’a saldırıyı başlattı. Türkiye mecliste reddedilen 1 Mart Tezkeresiyle savaşa fiilen katılmasa da İncirlik, Batman, Muş ve Malatya Erhaç havaalanları ABD uçakları tarafından kullanıldı. II.Körfez savaşı adı verilen Irak’ın Haçlılar tarafından işgali İslam dünyasında büyük bir üzüntüye neden oldu. ABD Irak’ın tamamını işgal ederek ülke genelinde büyük bir zulüm başlattı. Ebu Gureyb Cezaevinde tutuklulara fiziksel, cinsel, tecavüz, sodomi ve cinayet gibi bir dizi insan haklarını çiğneyecek türden işkenceler gerçekleştirilmesi tüm dünyada infiale yol açtı.
Başbakan Erdoğan hükümetinin ilk dönemlerinde ulaşım ve altyapıya büyük bir önem verildi. Bölünmüş yolların yapımı ile tünel ve köprülerin inşasına ağırlık verildi. Mevcut havaalanlarının büyütülmesi yanında yeni havaalanları açıldı. Bu arada özelleştirmelere hız verilerek önemli oranda KİT satışı gerçekleştirildi. Türk Telekom başta olmak üzere çimento, şeker ve Sümerbank fabrikaları, TEKEL ve SEKA’ya bağlı kuruluşlar ile elektrik dağıtım şirketlerinin tamamı özelleştirildi.
AK Parti iktidarı döneminde eğitimde hamleler başlatıldı. 2002 yılında eğitime ayrılan bütçe 11.3 milyar TL iken 2014 yılında yaklaşık 7 katına çıkarak 78.5 milyar TL’ye ulaştı. 2003 yılında UNICEF işbirliğiyle başlatılan “Haydi Kızlar Okula!” kampanyasıyla ülkedeki kızların okula gitmesi ve eğitim seviyesindeki cinsiyet dengesizliğinin giderilmesi amaçlandı. Kampanya sayesinde 2002’de %87 olan kız çocuğu okullaşma oranının geçen yıl %96 seviyesine yükseldi.
Ekonomi alanında Kemal Dervişin hazırladığı İMF politikalarını devam ettiren hükümetin 2005 yılında çok radikal bir karar alarak Türk Lirasından altı sıfır atması büyük tartışmalara neden oldu. Halkın yeni para birimine uyum sağlaması çok uzun yıllar aldı. Dış sermayeyi ülkeye çekmek için alınan kararlar meyvelerini verdi ve ülkeye büyük bir oranda dış sermaye girdi. Yabancı yatırımcılar her alanda Türkiye’yi kârlı bir pazar olarak görüyor ve ciddi sermayeler getiriyordu.
Önümüzdeki hafta yazımıza kaldığımız yerden devam etmek dileği ile Yüce Rabbimizden başta Filistin olmak üzere ülkemizle birlikte tüm İslam alemine selamet ve istikamet vermesini niyaz ederim.