Miladi 20.yüz yılda iki büyük savaşın ardından Kore, Vietnam başta olmak üzere birçok Güney Amerika, Asya ve Afrika ülkesinde çıkan savaşlarda milyonlarca insan öldü ve milyonlarcası da yaralandı ve sakat kaldı. Bu kadar çok savaşın hiçbirinden asla gereken dersler çıkarılmadığı için 21.yüz yılda da savaşlar alabildiğine devam ediyor. İkinci yılını doldurmakta olan Rusya-Ukrayna savaşının ne zaman sonlanacağı belirsizliğini korurken 7 Ekimden bu yana Filistin’in hem Gazze ve hem de Batı Şeria bölgelerindeki Siyonist işgalcilerin saldırı ve katliamları da hız kesmeden devam ediyor. İşgalci Siyonist canilerin Gazze ve Batı Şeria topraklarında yaptığı saldırılara savaş demek aslında yanlış olur. Çünkü savaş iki veya daha çok ülkenin ordularının birbiriyle silahlı çatışmaya girmesiyle gerçekleşir. Maalesef ne Gazze’de ne de Batı Şeria topraklarında birbiriyle savaşan iki ordu yok, sadece Filistinli Müslümanların topraklarını işgal ve ilhak eden siyonist çeteler ve onlara karşı direnen mazlum Müslümanların var olma mücadelesi var. Uluslararası Adalet Divanı kararıyla da kesinleşmiş olan ancak bir türlü durdurulamayan çok vahim bir soykırım var ki, bu zulüm, insanlığın iflası, acziyeti, zillet ve utancı olarak tarihe geçecektir.
7 Ekimde Aksa Tufanı hareketiyle başlayan Filistin’in özgürlük mücadelesi her ne kadar şu anki rakamlarla 27 binin üzerinde şehit ve 66 binin üzerinde yaralıyla büyük bir kayba neden olsa da sonuç itibarıyla Cenabı Allahın izni ve yardımıyla bu direniş Müslümanların zaferi ile sonuçlanacaktır. Ancak bu zafer sonrasında dünya eski dünya olmayacaktır. Gazze’deki şanlı direniş, dünyadaki tüm mazlumlar için bir umut ışığı ve özgüven kaynağı olmuştur. Küresel şeytani düzenin başaktörleri ve kuklaları, Siyonist işgalcilerin yaşadığı hezimetle büyük bir zillete düşecekler ve hep birlikte bölgeden defolup gideceklerdir. Zaten şimdiden Siyonistlerin en büyük destekçisi ve suç ortağı ABD bölgede darbe üzerine darbe alarak şaşkın ördek gibi ne yapacağını bilemez hale gelmiştir. Ortadoğu bölgesinde uzun yıllardan beri at oynatan ABD artık bölgede istenmez hale gelmiştir. Çıkardığı fitneler, yaptığı ifsatlar ve döktüğü kanlarla nefret odağı haline gelen ABD, katil Siyonistlere verdiği her türlü destek nedeniyle ilahi gazaba yakın zamanda duçar olacak, ABD iç savaşlarla paramparça olacaktır.Bölgemizdeki bu sıcak gelişmeler doğrudan ülkemizi de etkilemektedir. Bölgenin askeri ve ekonomik yönden en büyük gücü olan Türkiye ve İran üzerinde ABD ve Batılı emperyalistlerin bitip tükenmez plan ve projeleri aralıksız devam etmektedir. ABD ve diğer emperyalistler asla güçlü bir Türkiye istememektedirler. Bu amaçla savunma sanayi başta olmak üzere tüm kalkınma projelerinde bir asırdan beri Türkiye’nin önü kesilmiş ve atılan adımlar içimizdeki hain işbirlikçiler tarafından akamete uğratılmıştır. 1925 yılında ilk yerli uçağı imal eden Vecihi Hürkuş ve 1941 yılında yine yerli uçak imal eden Nuri Demirağ birtakım ihanetlerle engellenmiş, ülkemizdeki havacılık sanayi sabote edilmiştir. Yine 1933 yılında Türkiye’de savunma sanayini başlatan ve Zeytinburnu’ndaki fabrikasında tabanca, tüfek, el bombası, uçak bombası, mermi ve top mühimmatı üreten “Bakü Fatihi” ve “Kafkas İslam Ordusu komutanı” lakaplı Nuri Killigil Paşa üretimi artırmak için Sütlüce’de açtığı fabrikadan Filistin, Mısır, Suriye ve Pakistan’a silah ihracatı yapmıştı. Dünya savaş sanayi patronlarının ve İsrail’in şimşeklerini üzerine çeken Nuri Paşa 1949 yılında fabrikasına yapılan sabotajda personeliyle birlikte şehit düştü ve Türkiye savunma sanayinde ABD’ye mahkûm edildi.
Türkiye’de dış mihraklı ve içeriden destekli sanayiye yönelik sabotaj ve suikastlar hiç bitmedi ve bitmeyecek. 1961 yılında yüzde yüz yerli olarak üretilen Devrim Otomobilinin basın tarafından karalanarak seri üretiminden vazgeçilmesi, Erbakan Hoca’nın kurduğu Gümüş motor fabrikasının kapanması için oynanan oyunlar ve başlattığı “Ağır Sanayi Hamlesi”ni engellemek için ortağı olduğu hükümetlerin ve son olarak T.C. tarihinin en başarılı 54.Refahyol hükümetinin bozulması hep hain işbirlikçiler eliyle gerçekleşmiştir.
Bu çok önemli tarihi bilgiler ışığında geçen haftaki yazımıza kaldığımız yerden devam edelim. 1997 yılı Haziranında Refahyol hükümetinin oyunlarla yıkıldığını DYP’den istifa edenlerle ANASOL-M hükümetinin kurulduğunu anlatmıştık. Mesut Yılmaz, hükümeti kurma görevini alınca doğrudan o dönemin kartel medyasının patronu Aydın Doğan’ın evine gitmiş ve Aydın Doğan tarafından pijamayla kapıda karşılanmış, ondan aldığı talimatlarla işe koyulmuştu. ANASOL-D hükümeti işe 28 Şubat MGK toplantısında hükümete dayatılan ancak reddedilen zorunlu sekiz yıllık eğitim yasasını çıkarmakla başladı. Zorunlu eğitimi kesintisiz olarak sekiz yıla çıkaran yasa meclisteki yoğun tartışma ve kargaşa sonucunda kabul edildi. Temel amacı İmam Hatip Liselerinin ortaokul bölümünün kapatılması olan yasa, aynı zamanda seküler eğitimin yerleştirilmesini de hedeflemişti. Bu yeni sisteme “kesin dinsiz eğitim” diyen dönemin MÜSİAD Başkanı Erol Yarar hakkında dava açılmış ve hapis cezası verilmişti
Mesut Yılmaz hükümeti ekonomide de değişikliğe giderek Erbakan Hoca’nın kurduğu havuz sistemini kaldırıyor ve faizci rantiyenin önünü açıyordu. 28 Şubatçıların istekleri doğrultusunda İslami kuruluş ve çevrelere yargı ve emniyet aracılığı ile büyük bir baskı kuruluyor, üniversitelerdeki kız öğrencilere ve kamuda çalışan kadın personele başörtüsü yasağı getiriliyordu. Bu atmosfer altında büyük bir kaosa sürüklenen Türkiye’de ekonomi de rayından çıkıyordu. Bu arada Refah Partisine açılan kapatma davası sonuçlanmış ve Anayasa mahkemesi RP’nin kapatılmasına karar vermişti. Bu kararı hiç önemsemeyen Erbakan Hoca siyasi yasaklı hale gelse de Fazilet Partisini kurdurarak yoluna devam ediyordu.
ANASOL-D hükümeti 1998 yılı sonunda patlak veren Türkbank ihalesi yolsuzluğu üzerine mecliste yapılan güven oylamasıyla düşürüldü. Hakkında yolsuzluk iddiası olan Başbakan Yılmaz Yüce Divana sevk edildi. Fazilet Partisini ve Doğru Yol Partisini asla hükümette görmek istemeyen kartel medyası ve masonik çevreler mecliste sadece 76 milletvekiline sahip olan DSP Genel Başbakanı Bülent Ecevit’in bir azınlık hükümeti kurarak ülkeyi seçime götürmesini dayattılar ve kabul ettirdiler. Böylece Ecevit, Türkiye’deki anormal siyasetin sonucu ve kaderin cilvesi olarak dördüncü kez başbakanlık koltuğuna oturuyordu.
Ecevit’in önceki dönemlere göre şansı yaver gitmişti. Yıllardan beri devletin peşinde olduğu bölücü terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan Suriye’den sınır dışı ediliyor ve en son gittiği Kenya’da güvenlik güçlerimiz tarafından ele geçirilerek Türkiye’ye getirilmişti. Bu olay Ecevit azınlık hükümetinin büyük bir başarısı olarak kamuoyuna lanse ediliyordu. Bu atmosferde 18 Nisan 1999 tarihinde yerel seçimlerle birleştirilerek yapılan genel seçimlerden DSP birinci parti olarak çıkıyordu. İkinci sırayı sürpriz şekilde 1997 yılında aniden vefat eden Alpaslan Türkeş’in yerine seçilen Devlet Bahçeli’nin genel başkanı olduğu MHP almıştı. MHP seçimde başörtüsü yasağı üzerine propaganda yürütmüş, “başörtüsü sorununu ürkekler değil, erkekler çözer” sloganıyla dindar ve muhafazakâr çevrelerden bayağı oy toplamıştı. Başörtüsü sorununu mecliste çözeceklerine ve ayrıca Öcalan’ı idam edeceklerine dair millete söz vermişlerdi. Nitekim meclis açıldığında MHP’li başörtülü hanım milletvekili başındaki eşarbı çözmüş, vaat yerine getirilmişti.
1999 seçimleri sonucunda MHP, FP, DYP ve ANAP’ın meclisteki 550 sandalyenin 411’ine sahip olmasına rağmen başbakanlığın bir sol partiye verilmesi 28 Şubat postmodern darbesinin siyaset ve yönetim üzerindeki etkisinin devam ettiğini gösteriyordu. MHP, DSP ile hükümet kurmaya zorlandı ve ANAP’ın da katılımıyla ANASOL-M hükümeti kuruldu. Bu hükümet de 28 Şubat kararlarını uygulamayı kendine vazife bildi. Başörtüsü zulmü alabildiğine devam etti. 17 Ağustos 1999 tarihli Gölcük depremi ülkenin çok kötü yönetildiğini ortaya koydu. Depremin ekonomiye olumsuz etkileri ve 27 bankanın içinin boşaltılarak iflası 2001 ekonomik krizini getirdi.
Yazımıza gelecek hafta kaldığımız yerden devam etmek dileği ile Yüce Rabbimizden Filistin başta olmak üzere mazlum halklara en yakın zamanda kurtuluş nasip etmesini ve ülkemize hayırlar vermesini niyaz ederim.