Televizyon ve gazete haberlerinde artık önemli bir yer tutmaya başlayan suç işleme hadiseleri giderek çoğalırken, Türkiye toplumundaki sosyolojik travmalar da ona paralel olarak hızlı şekilde artmaya devam ediyor. Özellikle cana ve mala karşı işlenen suçlardaki artış oranları son on yılda on kattan fazla artmış durumda. Suikast yapılarak işlenen bazı cinayetlerde maktulü yanlışlıkla öldürüldüğünü söyleyen soğukkanlı katillerin ülkemizi, bir zamanlar kelle avcısı kovboyların egemen olduğu Teksas’a çevirmelerine ramak kalmış gibi. Türkiye, Uluslararası Organize Suç İnisiyatifi’nin Küresel Organize Suç Endeksi 2020 raporuna göre 2020 yılında 193 ülke içinde organize suçlarda 6,89 puanla on ikinci sırada yer almış. Bu puan ile Avrupa ülkeleri arasında birinci olan Türkiye, Asya’da beşinci ve Batı Asya’da ise üçüncü ülke olmuş. Türkiye organize suçlara karşı dayanıklılıkta ise 3,54 puanla bu defa 193 ülke arasında 151. sırada yer alıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinden yapılan hesaplamaya göre, son 11 yılda cezaevi girenlerin sayısı 3.8 kat arttı. TÜİK’in Kasım 2020’de yayınladığı en güncel veri 2019 yılına ait. Buna göre 2019’da ceza infaz kurumlarına 281 bin 605 kişi girdi. Bu sayı 2009 yılında 74 bin 404 kişiydi. Suç türü üzerinden veriler irdelendiğinde, hırsızlık, cinsel suçlar, uyuşturucu ve kaçakçılık alanında işlenen suçlarda patlama yaşandığı görülüyor. 2009 yılında öldürme suçundan içeri girenlerin sayısı 1.514 iken bu sayı 6 kat artarak 9 bin 574’e yaralamada ise 4.5 kat artarak 34 bin 987’ye çıktı. Aynı dönemde cinsel suçlar 10 kat artarak 562’den 5 bin 800’e yükselirken, hırsızlıktan hükümlülerin sayısı 7 kat, uyuşturucudan hapis cezası alanların sayısı 11 kat arttı.11 yılda kaçakçılıktan cezaevine konulanların sayısı 9 kat artışla 935’ten 8 bin 111’e yükselirken, sahtecilik suçu 5 kat, yağma 11 kat, trafik suçları ise 15 kat artış gösterdi.
Suç işleme olayları sadece şehirlerde artmıyor, jandarmanın görev alanına giren köyler ve kırsal kesimde de tüm suçlarda hızlı bir artış var. Jandarma Genel Komutanlığı’nın yayınladığı faaliyet raporuna göre ülkedeki tüm suçlarda artış yaşandı. Silahlanmada ise rekor artış oldu. Sadece ülke nüfusunun yüzde 21’inin sorumluluk alanında bulunduğu Jandarma bölgelerinde, 2022 yılında 537 bin asayiş olayı meydana geldi. Bu olayların 16 bin 177’si ise faili meçhul kaldı. Raporda 2019 ile 2022 yılları arasında bir kıyaslama yapılarak şu sonuçlara yer verildi: 2019 yılında 28 bin 194 olan hırsızlık suçu 2022 yılında 39 bin 877’e yükseldi. Çocukların cinsel istismarı üç yıl içinde bin 573’den 2 bin 102’ye, şüpheli ölüm sayısı ise 3 bin 152’den 3 bin 481’e yükseldi.
Ülkemizde suç oranlarına paralel olarak cezaevi sayısında da çok ciddi artışların olduğu görülüyor. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevfik evleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 1 Ocak 2023 itibariyle Türkiye’de; 279 kapalı, 89 açık, 10 kadın kapalı, 8 kadın açık, 9 çocuk kapalı, 4 çocuk eğitim evi olmak üzere toplam 399 ceza infaz kurumu bulunuyor. Bu kurumların toplam kapasitesi 289 bin 974 kişi, ancak 2021’de 272 bin kişinin olduğu cezaevlerinde bir yıl içinde tutuklu ve hükümlü sayısı 69 bin kişi artarak 340 bini geçti. 290 bin kişi kapasiteli cezaevlerinde fazladan 50 bin kişi bulunuyor.
Yukarıda izah etmeye çalıştığımız Türkiye’nin asayiş durumuyla ilgili olumsuz tablonun aksine olarak, halbuki, ülkemizde okullaşma oranı neredeyse yüzde yüzlere ulaşmış durumda. Üniversitelerin ve buralarda okuyan yüksek öğretim öğrencilerinin sayısı son yıllarda iki kat artmış durumda. Eğitimin önemli bir yüzü olan din eğitiminde de çok önemli artışlar kaydedilmekte. İmam Hatip Ortaokulları ve İmam Hatip Liselerinin sayısında laik ve seküler kesimlerin çok büyük tepkisini çekecek oranda çok ciddi artışlar olmakta. Aynı zamanda Kur’an kursları da dikkat çekecek ölçüde çoğalıyor. Yine din öğretiminin yüksek eğitim kurumları olan İlahiyat ve İslami İlimler fakültelerinin sayısı çoktan yüzü geçmiş durumda. Dini cemaatler, dernekler ve vakıfların sayısı her geçen gün artmakta. Bu konuda net bir rakam vermek mümkün olmasa da dini faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları sivil toplumda çok geniş bir alanı işgal etmekte. Dini faaliyetlerden sorumlu Diyanet İşleri Başkanlığının 90 bin cami ve 20 bine yakın Kur’an kursu ve buralarda çalışan 140 bin din görevlisi bulunmakta. Kısaca ifade etmek gerekirse, eğitim alanındaki bu kadar gelişme ve yatırıma rağmen, eğitimin manevi boyutunu oluşturan, dini eğitim kuruluşlarının sayısındaki bu kadar olağanüstü artışa rağmen nasıl oluyor da ülkemizde suç ve günah işleme oranları her yıl katbekat artıyor? Bu kadar dini cemaat, dernek ve vakıf ne iş yapıyor? Diyanet işleri Başkanlığı neyle meşgul oluyor? İmam Hatip ve İlahiyat camiası bu durumu görmüyor mu? Bir ülkede suç işleme oranları neden artar? Cehaletten mi? Hayır, eğitim kurumlarınınsayısında OECD ülkelerinin çoğunu geride bırakmışız. Almanya’da bile üniversite sayısı ancak bizimkinin yarısı kadar. Din eğitimi mi verilmiyor? Hayır, her taraf camilerle, imam hatip okulları, Kur’an kursları, tekke ve dergahlarla donatılmış, üstelik ilkokul dördüncü sınıftan lise son sınıfa kadar din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri, onun yanında seçmeli dini dersler ve 40 bin civarında din dersi öğretmeni var. İyi de bizde eksik ya da fazla olan ne?
Son yıllarda, tamamı Hıristiyan ülkelerden oluşan Avrupa Birliği’ne katılma sevdamız uğruna, AB normları ve kriterleri diye adamların ne kadar milli benliğimize, kültürümüze, inançlarımıza, örf ve adetlerimize aykırı uygulaması varsa tamamı getirildi ve bir kanalizasyon pisliği gibi toplumun üzerine boca edildi. İstanbul sözleşmesinin ürünü 6284 sayılı yasa aile kurumunun temeline dinamit lokumları gibi yerleştirildi ve her patlatıldığında bir aile darmaduman ediliyor. Ailenin reisi koca evde hizmetçiden beter bir durumda. Eğitimde öğretmen ikinci, üçüncü plana itildi. Artık öğretmenin öğrencisinin terbiyesi için söyleyeceği her söz ve yapacağı her davranış suç kapsamında değerlendiriliyor. Asayişten sorumlu polisin eli kolu bağlı, bırakın vatandaşı kendini nasıl koruyacağını düşünüyor. Anne ve babalar çocukları üzerindeki hâkimiyeti sosyal medya ve sanal âleme devredeli çok zaman oldu. Hülasa tüm toplum, çocuklar ve gençler küresel emperyalizmin araçları medya ve modanın egemenliği altında oradan oraya savruluyor. Sosyoloji biliminde içinde bulunduğumuz duruma toplumsal travma deniliyor.
Toplumsal travma, kısaca; belli bir topluluğa yönelik insan eliyle sistematik olarak uygulanan, o topluluğun sosyal, kültürel, psikososyal ve ekonomik yapıtaşlarını sarsan ve geçmişini ve geleceğini tahakküm altına almayı amaçlayan müdahalelerin yol açtığı toplumsal sonuçlardır. Günümüzde Türkiye toplumu dışarıdan ve içeriden yapılan planlı saldırılarla yıpranma aşamasına getirilmiştir. Ekonomi, eğitim ve adaletteki çöküntülerin yol açtığı maddi ve manevi kayıpların bilançosu her geçen gün artmaktadır. Bu konudaki en önemli sorun toplumun çok önemli iki dinamiğini oluşturan eskiden ümera ve ulema diye ifade edilen yöneticilerin ve dini ve fenni bilim çevrelerinin harekete geçmede zorlanmalarıdır. En muktedir güç olan siyasi erkin, yasama, yürütme ve yargı yollarındaki tıkanmaları açması, toplumu normal kodlarına geri çevirmesi gerekir. Aksi takdirde nüfusu 85 milyona ulaşan ve 6 milyon göçmene ev sahipliği yapan ülkemizin zayıf bir anında ezeli düşmanların hedefi olmaması imkânsız değildir. Rabbim bizi doğru yola iletsin, nimet verdiklerinin yoluna ulaştırsın, sapıtanların ve gazaba uğrayanların yoluna girmekten muhafaza buyursun. Âmin.