27-28 Kasım 2024 tarihlerinde ilimiz; valilik, belediye, TİKA ve Yurtdışı Devletler topluluğunca organize edilen “27. Uluslararası Hazar Şiir Akşamları” etkinliğini izledi. Ben organizasyonun açılışına katıldım ancak sağlık nedenlerimden dolayı diğer aktiviteleri televizyondan izledim.
Bu etkinliklerden biri de Ziya Gökalp’ı yeniden anlamak üzerineydi. Ben de buradan konu ile ilgili birkaç şey söylemek istiyorum.
Türkçülüğün isim babası olarak Ziya Gökalp, üç fikri akımı bir arada tutmak için varlığını uzun süre devam ettiren “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” formülünü bulmuştu. Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılında yayımlanan “Türkçülüğün Esasları” kitabı da bir Türkçülük programıdır. Bu kitabında yazar, ırki özellikler taşımayan, daha çok kültür (hars) temelli görüşler serdeder.
Türkçülük düşüncesi Anadolu coğrafyasında yaşayan Türk insanına “aynı dili, aynı dini, aynı tarihi ve kültürü paylaşan bir millet” bilincini vermeyi hedeflemiştir. Zaten imparatorluklar çağının kapandığı, ulus-devletler çağına girildiği de görülmekteydi. Başka bir ifadeyle, tarihin kapılarını kapattığı ve kendi sahnesinden silmeye başladığı imparatorlukların yerini, yeni bir siyasal varoluş/örgütlenme biçimi olarak ulus-devlet almaya başlamıştır. Bu yeni siyasal örgütlenme ise, imparatorluktan daha farklı bir aidiyet bilinci gerektiriyordu.
Bu düşünce akımına göre devlet; ancak dili, dini, soyu ve ülküsü bir olan topluma dayanarak ayakta durabilir. Türkçülük, dil, tarih ve edebiyat alanlarındaki çalışmalarla, yani bir kültür hareketi olarak başlamış, zamanla siyasî bir nitelik kazanmıştır. Aslında ilk çalışmalar Tanzimat döneminde başlamıştır. Ahmet Vefik Paşa‘nın, Ali Suavi‘nin, Ahmet Cevdet Paşa’nın ve Şemsettin Sami‘nin Türkçülük alanında çalışmaları toplumun yakından bildiği etkinliklerdir.
Ziya Gökalp, Türkçülük akımını ilk defa sosyolojik bir metotla incelemiş ve bir sistem hâline getirmiştir. Başlangıçta Turancı çizgide olan Gökalp, zamanla düşüncelerini yenileyerek, Türkiye’nin varlığını tehlikeye düşürecek siyasî gelişmeler karşısında uzak idealleri bir kenara bırakarak gerçeklere yatkın bir yol tutmuş, aşırı milliyetçi düşüncelerden uzak durmuştur. Türkçülük akımının gelişmesine Cumhuriyet öncesi ve sonrasında eserleriyle önemli katkılar sağlamıştır. Akımın felsefî alt yapısını oluşturmuş, milliyetçilikle ırkçılığı birbirinden ayırt etmiştir. Bu ve buna benzer çalışmalarla milliyetçilik akımı, bütün ilim, düşünce ve edebiyat alanlarında kendini hissettirir hâle gelmiştir.
Ziya Gökalp’in üçlü teorisi olan; Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak mottosu o zamanki Osmanlı devletindeki hakim üç siyaseti uzlaştırıyordu. Esas vurgu olarak Türk milletinden ve İslam ümmetinden olmak Batı medeniyetinden olmaya engel değil deniyordu.
Milli Mücadele hareketinde Batıcılar, İslamcılar ve Türkçüler önemli görevler üstlendiler ve muvaffak oldular. Ancak Cumhuriyetin ilanından hemen sonra 1924 yılında İslamcılar, 1931 yılında da İttihatçılar (Türkçüler) yönetimden uzaklaştırıldılar. Hem o dönemde hem de yüz yıl boyunca Batıcılar hep iktidarda kalmayı başardılar.
Türkçülük akımında emeği fazla olan; Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, Şemsettin Sami, Cevdet Kudret, Mehmet Emin Yurdakul, Ahmet Ağaoğlu, Ömer Seyfettin, Osman Turan, Mümtaz Turhan, Nurettin Topçu ve Erol Güngör hemen akla gelen isimlerdir.
Yahya Kemal’in (Beyatlı) başını çektiği, Dergâh mecmuası çevresiyle temelleri atılan ikinci Anadoluculuk fikri tarihi, tarihî gerçekleri hissî ve kültürel bir formda yorumlayarak inşa edilmiştir. Bu milliyetçilik yorumunda İslâm ve Müslüman Türklerin Anadolu’ya gelişi (1071 vurgusu) önemli sayılmakla beraber kurucu bir unsur olmaktan ziyade diğer bütün unsurları bünyesinde toplayan ve devamlılıklarını sağlayan önemli bir şemsiye veya koruyucu daire mahiyetindedir. Akademik yönden bu çizgiyi sürdüren kişilere örnek olarak Hilmi Ziya Ülken verilebilir.
Üçüncü Anadoluculuk yorumunun kurucusu Nurettin Topçu’dur. Milliyetçilik ve muhafazakârlık yorumunun merkezine İslâm’ı, özellikle tasavvufu yerleştiren Topçu da, tasavvufî İslâm, hem başat kurucu ve devamlılığı sağlayan temel unsur hem de kriz dönemlerini anlamak ve aşmak için müracaat edilecek ana kaynaktır. 1071 vurgusu burada da güçlü bir unsurdur. Fakat tarih ve coğrafya merkezli Anadoluculuk yorumlarına ciddi tenkitler yöneltilmiştir. Modernleşme döneminde ağırlıklı biçimde tenkit ve tasfiye alanı olarak görülen tasavvufun hem bir felsefe hem de bir içtimaî yapı (ahlâk ve zihniyet) şeklinde Anadolu milliyetçiliğinin merkezine yerleştirilerek yeniden inşası ve yorumlanması Topçu’ya özel bir yer kazandırmıştır.
Türk Milliyetçiliği siyasi alanda, seküler “Ulusçuluk” olarak CHP’de kristalleşirken; “Sağcılık” olarak DP-AP-ANAP da, “Mukaddesatçılık” olarak da MHP de kristalize oldu. MHP ve “Ülkü Ocakları”, 1980 öncesi Komünist-Sosyalist sola karşı paramiliter bir direnç olarak işlev görürken; 1980 sonrasında ise PKK’ya karşı bir karşı koyma noktası oluşturdu. Memleketi ve milleti karşılıksız seven “Ülkücü”ler (“Vatanım, ha ekmeğini yemişim; ha da uğruna bir kurşun”) demişlerdir.