Süleyman Demirel, yarım yüzyıl boyunca bu ülkede yaşayan herkesin yaşayışına, Türkiye’nin siyasetine ve Türk sağına damgasını vurmuş bir isim.
Yoksul ama itibarlı geniş bir ailenin çocuğudur. Aile; kendi halindedir, dindardır, kimseyle bir alıp vermediği yoktur, tersine çevresindekilere elden geldiğince yardım eder.
1941’de 4.000 aday içinden, üç yıl sonra ismi İstanbul Teknik Üniversitesi’ne (İTÜ) dönüştürülecek olan, Yüksek Mühendis Mektebi’ne giren 150 kişiden biri de odur. Turgut Özal ve Necmettin Erbakan da aynı okulun mezunlarıdır. Biri inşaatçı, biri elektrikçi, biri makineci. Türkiye siyasetine damga vurmuş insanlardandır onlar.
Demirel 1949’da yüksek mühendis diplomasını alır ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nde (EİEİ) çalışmaya başlar. Aynı yılın sonunda Amerika’ya gönderilir. Demirel sonraları “Türkiye’den Amerika’ya gönderilen ilk Türk mühendis benim” diyerek bundan hep gurur duyar.
31 yaşında Devlet Su İşleri’nin (DSİ) genel müdür koltuğuna oturur. Mühendis olmak, İTÜ’lü olmak ve DSİ’li olmak, her daim Demirel’in övünç duyduğu kimlikler olur. Mühendislik, onun için sadece bir meslek değildir, bir hayat görüşüdür. Her hadiseye bir mühendis gözlüğüyle bakar. “Ben mühendisim, benim işim yapmaktır… Ben yapmanın adamıyım.” der.
27 Mayıs’tan sonra, cunta yönetiminin istemesine rağmen bürokrasideki görevinden ayrılır. Sanayileşmeye çalışan ülkelerde büyük altyapı projeleri yapan Morrison-Knudsen firmasının temsilciliğini alarak iş hayatına atılır. Ayrıca ODTÜ’de de ders verir. Morrison ismi, siyasete girdikten sonra Demirel’e yapışır. Sol muhalefet “Morrison Süleyman”ı, Demirel’i “Amerika’nın bendesi” olarak teşhir etmenin bir sloganı olarak kullanır.
Siyasete ilkin biraz uzak durur. Ancak kısa bir naz evresinden sonra 1962’de, DP’nin bir devamı olarak kurulan Adalet Partisi’ne (AP) üye olur. 27 Kasım 1964’te Ankara’da toplanan AP 2. Büyük Kongresi’nde, milliyetçi-muhafazakâr Sadettin Bilgiç’i yenerek Adalet Partisi’nin direksiyonuna geçer.
Siyaset sahnesine yaptığı bu görkemli girişten 1971’e kadar geçen süre zarfında Demirel, siyasi meşrebinin bütün hususiyetlerini sergiler. Ekim 1965’te başbakan olur.
Ne partide ne de hükümette “ikinci adam” mevkiine izin vermez, seçim kazandıkça da kendi “tek adamlığını” kabul ettirir. Liderliği kuvvetlendikçe, Menderes için kullanılan “Beyefendi” hitabı onun için de kullanılmaya başlanır.
Onun için milliyetçilik, “Bir bardak içecek suyu olmayan Urfa’nın, Mardin’in köylerine su götürmektir.” Batı medeniyetine taraftardır, Menderes’ten farklı olarak kalkınmayı sanayileşmeye bağlar. “Motorsuz medeniyet olmaz.” der.
Esnek bir planlamadan yanadır, komünizme set çekmek için devletin sosyal bir karakter taşıması gerektiği fikrindedir.
Atatürkçülüğü CHP’nin tekeline bırakmaz, resmî ideolojiyi kendi görüşleriyle sarmalar . Laikler; onun Nurcularla yakın olmasından rahatsızdırlar, muhafazakârlar ise onun Masonluğundan ve yeterince dindar olmamasından.
Bulgaristan’dan elektrik aldığı için yapılan “Komünistlerden elektrik alıyor” suçlamalarını “Elektriğin komünisti olmaz” sözüyle karşılar. Zaten 1968 yılında Keban Barajı’nın kurulumunu başlatır.
Kendine has bir dil kurar ve o dil siyasette onu öne çıkarır. Rakamlarla, verilerle arası çok iyidir. Hafızası mükemmeldir, dersine iyi çalışır, hükümet işleri ile ilgili dosyalarının yanında siyasi tarih kitaplarına da meraklıdır. Hakkında binlerce karikatür çizilir, plaklar doldurulur, hiçbiri hakkında tek bir dava açmaz.
Pragmatisttir; ama oportünizmden ayırdığı pragmatizmi “akılcılık”, “gerçekçilik” ve “yapıcılıkla” tanımlar. “Siyasette kuru inada yer yoktur.” Siyaset, onun düşüncesinde, bir sanattır ama eldeki imkânlarla mümkün olanı yapabilme sanatıdır.
Demirel, SHP ile koalisyon kurar, sol ile birlikteliğini anlatırken; “Solun artık elini taşın altına sokması gereğinden, hükümet dışında kaldığında solun geçimsiz olmasından” dem vurur.
17 Nisan 1993’te Özal’ın ani ölümünden sonra Türkiye’nin 9. Cumhurbaşkanı olur. Şöyle veya böyle; 28 Şubat postmodern darbesinin içinde olması onun aldığı en büyük zayıf notu olur.
Demirel’e göre, devletin yüksek menfaatleri gerektirdiğinde, devlet rutini takip etmek mecburiyetinde değildir, “Devlet rutin dışına çıkabilir. Ne derseniz deyin, ne konuşursanız konuşun. Ama devleti bir hedef olmaktan çıkarın. Affedersiniz, hangi dürzüyü hedef alacaksanız alın. Devleti almayın kardeşim. Günah yani!” diye ekler.
Demirel’e göre; kalkınma her derdin dermanı, her hastalığın ilacıdır. Yollar, köprüler, barajlar, fabrikalar, binalar karşısında zapt edilmez bir heyecan duyar. Siyasetin gayesinin “eser vermek” olduğunu belirtir.
“Türkiye kalkınacaktır; bu bir ümit değil, kararlılıktır.”
(Tanıl Bora, Demirel, İletişim Yayınları, İstanbul, 2023)