Bu makale Ömer Lütfi Mete ile Mahir Kaynak’ın birlikte yayımladıkları “Derin Devlet” kitabından derlenmiştir.
Türkiye cumhuriyeti kurulduğundan 2010 yılına kadar, “Türkiye Derin Devleti”, “yeni kültürün temsilcisi” olan, “tepeden inmeci sol kanadın” kontrolüne verilmişti. Burada sol; halkı küçümseyen, halkın kültüründen farklı değerlere sahip, din ile mesafeli, laik, devletçi, Batı hayat tarzını benimsemiş bir üst sınıfın olduğu, bir devre ait bakış açısı demektir. İlerleyen yıllarda bu yapı kendisini ortanın solu olarak tanımlamıştır.
Derin Devlet sanılanın aksine, zayıf devletlerde belirlenmiş düzenin koruyucusudur, yüksek menfaatlerin değil.
“Derin Devlet”, “yekpare” bir yapı değildir. Görev yapan kilit kadro birbirini tanır. Diğerleri durumun farkında olmayabilirler ve birbirlerini tanımazlar. Her bir parçanın; görevi ve söylemi farklıdır. Ancak hepsinin tek bir kesişim alanı vardır. Bu kesişim alanında güçleri ve eylemleri birleşir. Sözgelimi “devleti korumak” parametresi, hepsini bir noktada buluşturabilir. Hepsi de bunu “vatanseverlik” olarak görürler. Ancak “hangi devlet korunuyor suali” muhayyeldir.
Yeni kurulan devlete ve yöneticilerine; “kendi sınırları içinde kalması”, “sınırlarının dışında kalanlara ilgi duymaması”, “dünyanın çeşitli bölgelerinde bulunan Müslümanlarla ve Türklerle ilgilenmemesi”, “Batı kültürüne bağlı kalması”, “dine mesafeli durması”, “komşu ülkelerdeki hareketlerle ilgilenmemesi” gibi kritik parametreler, takip etmesi gereken rol olarak verilmiştir.
Yeni devlet için korunması gereken bu kutsal ilkeler, “devlet ve batı medeniyeti normları” olmuştur.
Derin Devletin enstrümanları, “ordu, yargı, bürokrasi ve medya” içinde yerleşmiş ve güçlendirilmiştir. Bu kurum ve kuruluşlar, fikir özgürlüğünün hainlik olarak algılandığı toplumlarda, ötekileştirmenin kolaylıkla yapılabildiği cemiyetlerde kolayca kabul görürler, etkili bir şekilde iş görürler, korunurlar ve kollanırlar. Siyaset bunların altında bir yerde konumlanmıştır.
Bu insanlar farklı ideolojilerdeki partiler içinde, sivil toplum kuruluşlarında, işadamları derneklerinde, cemaat ve tarikatlarda, velhasıl her yerde bulunurlar. Dışarıdan bakıldığında farklı görünürler. Harekete geçtiklerinde aynı yere doğru ilerlediklerini, amaçları farklı da görülse, aynı neticeyi oluşturmaya çalıştıkları anlaşılır. Onları bu ayak izleri açığa verir.
Yeni devleti yöneten siyaset, “belirlenen yoldan çıktıkça”, “Derin Devletin Enstrümanları” siyasete müdahale etmişler ve siyaseti yeniden şekillendirip, devleti her on yılda bir eski rayına oturtmuşlar.
Menderesler, Demireller, Erbakanlar, Türkeşler, Özallar, Erdoğanlar, elbette eksiklikleri ile birlikte, bu toplumsal değişim çizgisinin temsilcileri olmuş, kurulu nizamın dışında yeni tarzlar, yeni yollar, yeni hedefler peşinde koşmuşlar.
Erdoğan’a kadar bütün “yoldan çıkmalar”, yoldan çıkaran liderlerin alaşağı edilmesi ile sonuçlanmıştı. Menderes, Demirel, Erbakan, Türkeş, Özal kabuğu çatlattılar, ancak bir şekilde, saf dışı edilmekten de kurtulamamışlardır. Tek istisna Erdoğan olmuştur.
Bu durum kolay anlaşılır ve kolay izah edilebilir değil. Ya “Derin Devlet yeniden yapılandırıldı”, ya da Erdoğan “Derin Devlete uyum sağladı.”
Erdoğan’ın taşıdığı fikirlere tamamen karşı olup da, bugün Erdoğan’la koalisyon halinde olan; ulusalcıların ve Kemalistlerin davranışları da çok kolay izah edilebilir değil.