Yaşadığımız dünyada bazı kavramlar eskiden kullanıldığı gibi kullanılmıyor artık. Bu konuda en göze çarpan kavramlardan biri de; vatandaşlık.
18.yy’dan evvel, önce toprak sonra insan vardı. Osmanlı’da yaşayanlar kul, Batı’da yaşayanlar serf idi. Feodalitenin en büyük dayanağı serf-senyör ilişkisine dayanmasıydı. Senyör hem toprağın hem de serfin sahibiydi. Hakimiyet pazıya dayanıyordu. 1789 devriminden sonra millet ve vatandaşlık kavramları yeni bir versiyonla tedavüle sürüldü.
Uzun yıllar vatandaşlık kavramı bir iki istisnanın dışında ya doğumla, ya kan bağı ile kazanılıyordu. Kaldı ki; kimse anne ve basını veya doğduğu ülkeyi seçmekte söz sahibi değil.
Günümüz itibariyle dünyada göçmen pozisyonunda 200 milyon insan var diyor kayıtlar. Bu konu yalnız Türkiye’nin gündeminde değil, en gelişmiş ülkeler de dahil, aşağı yukarı dünya ülkelerinin tamamında söz konusu.
Belli ülkelerin ekonomik ve siyasi üstünlükleri, dünyanın bir kısım insanlarının o ülkenin vatandaşı olmak için bir cazibe merkezi konumunda görülmesine yetiyor. Irak vatandaşı olursanız yılda 700 dolara ve 57 yıllık ömre evet demiş olursunuz, ABD’de veya Birleşik Krallıkta yaşarsanız 85 yıllık bir ömre ve 60.000 dolarlık bir gelire evet demiş olursunuz.
Elbette yeni bir vatandaşlık talep etmek için bu kriterler yetmez, AB veya Japon pasaportuna sahip olanlar 191 ülkeye serbestçe girebiliyorlar. ABD pasaportu ile 180 ülkeye; Türkiye pasaportu ile 110 ülkeye giriş yapılabilir. İnsanlar doğdukları ülkenin dışında bir ülkenin vatandaşlığına göz dikiyorlar, çünkü tüm vatandaşlıklar birbirine eşit değil.
Bugün gördüğümüz büyük göçler yalnız savaşlarla ilgili değil, daha çok bu sınırsız gelir farklılığına, din ve vicdan özgürlüğüne, farklı insan haklarına ve jeopolitik eşitsizliğe dayanıyor. Sınırlar da ülke içinde yaşayan insanların korunması için birer engel oluşturuyor.
Vatandaşlık neo-liberalizmin zaferiyle birlikte alınıp satılabilen bir “şeye” dönüştürülmüştür. Artık tüm dünyayı kapsayan bir“vatandaşlık endüstrisi” mevcuttur dünyada. Vatandaşlık bir şekilde yapılandırılarak yatırım araçlarına benzer bir ürüne evrilmiştir.
Kişinin kendisi ve ailesi için vatandaşlığın fiyatı birkaç yüz bin dolardan birkaç milyona kadar değişiyor. Alıcılar genellikle multi-milyonerler. Yasal statü arayan Filistinliler, yaptırımlardan etkilenen İranlı işadamları, devletin kamulaştırmasından korkan Çinli elitler, savaş tehlikesinden kaçmak isteyen Rus oligarklar ve diğerleri. Olağanüstü zenginler için bile jeopolitik piramidin tepesindeki devletlerin vatandaşlığını satın almak çok kolay değil.
Göçmenlerin katılmayı umdukları devlette yaşamaları gerekirken, vatandaşlık satın alanların sadece paralarının orada kalması yeterli. Sığınmacılar ise ayrılmak/kaçmak istedikleri ülkelerini kötüleyerek bu işi yapıyorlar.
Bir pasaportun arzu edilir olması, sağladığı mobiliteye bağlı. Bu anlamda vatandaşlık ikametten farklıdır. Yaklaşık elli ülke (Portekiz, İspanya, Avustralya ve ABD dahil) yatırım karşılığında vatandaşlık değil ikamet sunmaktadır.
Bazı ülkelerde, yatırım yoluyla vatandaşlık programı o ülkenin önemli sermayesi gibi oldu.
Yakınımızdaki Malta ve G. Kıbrıs (1974 öncesi Kıbrıs’ın tamamı) vatandaşlığın ana satıcılarından. G. Kıbrıs bir açıdan AB üyesi olma avantajına da sahip.
Türkiye 80 milyonluk nüfusu ve güçlü ordusuyla dünyanın en güçlü 20 ekonomisinden biri. Bugün savaş ve baskı nedeniyle sığınmacıların ve dünyadaki vatandaşlık alıcılarının önemli bir kısmını ağırlıyor.
Türkiye AB üyesi olmayabilir ama başka avantajları var. İstanbul, Antalya, İzmir varlıklı bir göçmen ailesi için son derece yaşanabilir metropoller.
Başlangıçta en çok başvuru Irak, Afganistan, Filistin ve Mısır’dan gelirken, daha sonra Dubai’nin yabancı sakinleri devreye girdi. Avrupa’daki savaşla birlikte Ukraynalılar, Ruslar ve Pakistanlılar da Türkiye’ye gelmek istiyor. Türkiye vatandaşlık almak için Ruslar açısından çok cazip bir ülke şimdilerde.
Varlıklı İranlılar için Türkiye’nin özel bir cazibesi var. Bunda Türkiye’nin komşu ülke olması ile İranlıların vizesiz girebildiği birkaç ülkeden biri olması da etkili.
Esat’ın baskısından dolayı da Suriyelilerin sığınma ve daha Batıya geçiş noktası oldu.
Dünya gerçekten değişti. Ekonomiyi, siyaseti, hukuku ve bunlar arasındaki ilişkileri, değişimi görmeden dünyayı doğru okumak biraz zor. Bu arada, olanları yalnız modernizme, Batıcılığa bağlamak da kolaycılık olur işin doğrusu.
Bir de çifte vatandaşlık arayan Amerikalılar var. Bunların birçoğu ABD’ye vergi ödemeye devam etmek istemeyen yabancı ülke vatandaşları. Bir kısmı da seyahat edebilmek için ikinci bir vatandaşlık peşinde.
Göçler, göçmenler, sığınmacılar, ikinci vatandaşlık peşinde koşmalar ve bunların ülkeler üzerinde meydana getireceği etkiler ciddiye alınacak kadar önemli bir konudur. Göç ve göçmenlik hiç de masum konular değil elbette.