1970’li ve daha sonraki yıllardan bahsetmek istiyorum. O yıllarda yirmili yaşlarda olan insanlar şimdi 70’li yaşları yaşıyor.
Ömer Faruk elinde Tevhid ve Şura dergileriyle İzzet Paşa Camii altındaki İlim Yayma Derneği önünde sloganlar atardı 50 yıl önce. İlim Yayma Derneği’nin efsane başkanı da Yüksel Özkaynak’tı. Yüksel Özkaynak 1970’li yıllarda İslami camia’da önemli bir isim olmasına rağmen, siyasiler onu milletvekili yapmadılar. Hatta Yüksel Bey bu konuda haklı olarak biraz da kırgındı.
1970’li yıllar rüzgârların biraz da sert estiği yıllardı. İslami camiada doğuda pek can kaybı olmuyordu ama İstanbul öyle değildi. O yıllarda bir kısım gençler “Önce ahlak ve maneviyat” diye bağırırken, bıçkın delikanlılar “Çırpınırdı Karadeniz” türküsünü söyler, mavi gömlekli Ecevit taraftarları “Tek yol devrim” sloganlarını duvarlara yazarlardı. Solun Türkiye’deki hikâyesinin en çetrefil düğümlerinden biri sonu gelmeyen bölünmelerdi. Her hafta veya ayda bir fraksiyon türüyordu. Çoğu zaman bir hareketin bir diğerinden bölünmesinin nedenlerini anlamak imkânsızdı. İdeolojik nedenler ararken karşınıza bir anda bir zamanlar aralarından su sızmayan iki liderin incir çekirdeğini doldurmayan sürtüşmesi, alelade bir mesele nedeniyle küfürleşmeleri, hatta uzak kalmaları gibi şeyler çıkıyordu.
O yıllarda Erbakan’ın “Yeniden Büyük Türkiye” ve “Lider Ülke Türkiye” sloganları bizleri heyecanlandırırken, içte ve dışta ne kadar da çok düşman peyda ediyordu.
Ecevit o yıllarda haklı veya haksız, “Kıbrıs Fatihi” olarak seçimlere giriyor ve 214 milletvekili çıkararak birinci parti oluyordu. Ama onu iktidara taşıyanlar ise Erbakan’ın “renksiz” diye nitelediği AP’den ayrılıp birer bakanlık koltuğuna oturan onbirler oluyordu.
Adalet Partisi’nin genel başkanı Süleyman Demirel’di. Parlak bir zeka, siyasetin gerektirdiği kıvraklık ve esneklik, Süleyman Demirel’in sahip olduğu özelliklerdi.
1980 yılında darbe yapılıp bütün siyasi partiler kapatılınca, Elazığ’da iki arkadaşın öncülüğünde küçük bir İslami gurup; “30 Ağustos’ta şeriat ilan edilecek” diyerek hem kendilerini ayrıcalıklı göstermeye çalışıyorlar hem de orduya selam çakıyorlardı.
Ne kadar da revaçtaydı Necip Fazıl’ın “Sakarya Türküsü.” Ama revaçta olmayı o gün de bu gün de hak ediyordu doğrusu. Abdurrahim Karakoç’un “Hak yol İslam yazacağız” diye ünlenen şiiri ise dillerde pelesenk olmuştu. Bu iki şiiri hem İslamcılar hem de Milliyetçiler kullanıyordu. Ecevit’in ise Yunan adalarına bakarak yazdığı şiir, solcular için en hümanist bir söylemdi.
İslam’ı çok iyi bildiklerine inanılan İmam Hatipliler, 1979 İran Devrimi sıralarında mezhepler konusunu çok iyi bilmediklerini fark ettiler. Tabi durum aynı zamanda bir fırsat eğitimine dönüştü ve bu konuda bir hayli mesafe aldılar.
O yıllarda öğretmen İsmail Arslan 1979 senato seçimlerinde senatör olmak için yaşını dokuz yaş büyüterek arzusuna kavuştu ama yapacağı hizmetlere 12 Eylül darbesi ile ket vuruldu.
Rahmetli Osman Çevik, siyasi partiyle fazla içli dışlı olduğu için dernek yönetimince bir hayli hırpalanırken, hırpalayanlar ise “Ağır Abi” pozisyonunda kalmak istediler, fakat olmadı. Çünkü siyaset hem koşturma ister, hem de daima memurlara galebe çalar. Osman Çevik, rahmetli Namık Çitçi ile yakın arkadaştı. Namık Beyin 1976 yılında bir trafik kazasında vefatının ardından, Osman Bey oğlunun ismini Namık koymuştu.
Namık Çitçi Bey’in hayatını kızı ve damadı belgesel haline getirdiler ve yerel televizyonlarda defalarca izledik. Tayfur (Niyazi) Beye teşekkürler ediyoruz. Çünkü Namık Çitçi, 1970’li yıllarda hem milliyetçi gençlerin hem de İslami camianın önemli bir idolüydü. Allah rahmet etsin.
O yıllarda Hacı Halil Bilginoğlu, MSP (Milli Selamet Partisi) ile AP (Adalet Partisi) arasında hep mekik dokudu. Neticede MSP’den senatör adayı oldu ama kazanamadı.
Bugün de çok kullanılan “Türkiye okumuyor” repliği o yıllarda da çok kullanılırdı. Oysa o yıllarda da okunacak kitaplar çok satarken, sıradan kitaplar pek ilgi görmedi. Bugün de durum aynı. 2016 yılında 404 milyon kitap bandrolü satılmış. Bu da kişi başına 7-8 kitap ediyor. Hem de bu kitapların %5’i edebiyat ve sanat, %16’sı araştırma-inceleme, %8’i çocuk ve gençlik, %13’ü inanç üzerine yazılmış. Ama aynı replik nedense devam ediyor. Neticede okunması gereken kitaplar her zaman da çok okunuyor diyebiliriz.
Şöyle bitirelim yazıyı; “Türkiye, ahlaken mazbut, helali ve haramı bilen, yaptığı işte mahir, dinini, dünyasını ve memleketini iyi kavramış insanlarla dünya haritasındaki yerini her zaman aleme öğretir.”