NEVZAT ÜLGER

“İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN”

İnsanlık, ekonomi tarihi boyunca üç önemli değişiklik yaşadı diyor modern bilim.

“Tarım Devrimi”,

“Sanayi Devrim”,

“Bilgi Toplumu”.

Tarım toplumunda ilişkiler daha çok bire bir olup, çoğunlukla mahallî, bazen de bölgesel olarak yürütülüyordu.

Sanayi toplumunda ortaya çıkan oldukça geniş iş alanları, olayları yerelin ve bölgeselin dışına taşırarak evrensel boyutlara ulaştırdı. Ancak sanayileşmeyle birlikte devletler zenginleştirme aracı haline geldi ve sosyal niteliğinden ziyade ideolojik tavrı öne çıktı.

Dünya nüfusundaki artış, yer altı ve yer üstü kaynaklarından yararlanma, ülkeler arası rekabet ve paylaşımdaki kıyasıya mücadele kendi çağını aşarak bilgi toplumunun da önemli meseleleri haline geldi. Olaylar Doğu ve Batı toplumlarında farklı boyutlarda ilerlerken, “küresel” bir mahiyet kazandı ve birçok olumlu-olumsuz gelişmeye kapı araladı.

Günümüzde tekrar dinamik bir değişime ihtiyaç var. Yaşamakta olduğumuz dönemin korkunç problemleri ve dünyaya dayatılan modernizasyon ve batılılaşma krizinin ortaya çıkardığı tek tip düşünme hastalığından kurtulmamız gerektiğine inanıyorum.

Son elli yıldır her ülke yeni çalışma ve üretim metotları üzerinde neler yapılabileceği konusuna eğilerek optimal dengeyi sağlamaya çalışmaktadır.

Batı, ileri teknolojileri destekleyerek geliri tabana yaymaya gayret etmektedir. Batı, teknolojiyi kullanma ve kalkınma seviyesi ile insan hakları ve düşünce hürriyeti konusunda bir hayli mesafe almışken, Doğu neden geri kalmışlık, kalkınamama ve insan hakları konusunda yerde sürünüyor?  Özgür düşünce ile gelişmenin bir bağlantısı olamaz mı?

1938 yılından sonra “tek yönetici” olan İsmet Paşa; siyasi iddialara neden olur diye, halkın elinde ne varsa alacağını, o yıllarda rahatlıkla ifade etmektedir. (Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1950),  (Nettv-15.12.2019 Ayşe Böhürler-Cemil koçak söyleşisinden)

Nitekim Nuri Demirağ’ın uçak fabrikası 1942 yılında kapatılmıştır sanki başka uçak fabrikaları varmış gibi. Hem fabrika kapanmış hem de fabrika ile birlikte büyük bir teknolojik kayıp yaşanarak sanayileşmenin önü biraz daha tıkanmıştır.

1950 yılı seçim sonucu Türkiye’nin ekonomik ve siyasi geleceği açısından bir dönüm noktası olmuştur. Ortaya çıkan politik rekabet, önceleri dışlanan sosyal grupların siyasete aktif katılımını sağlamıştır. Mütegallibe bir kitlenin başaramadığını, “halk yığınları” başarmıştır.  Demek ki sivil düşünce her zaman olumlu gelişmeyi de beraberinde getiriyor. Yani insanların düşüncelerinin önüne barikatlar koymak demek, o toplumu geri bırakmanın esas nedenidir.

1950 sonrasında dört teknik üniversitenin açılmasını önemsemek gerektiğini düşünüyorum. (Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, Ege Üniversitesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi) Bu kurumlar sivil düşünmenin önemini ispatlamışlardır.

Üniversite, bilginin üretildiği ve aktarıldığı, becerinin ve teknoloji kullanımının öğretildiği bilimsel, rasyonel bir eğitim kurumu olmalıdır.

Ekonomi biliminin en önemli teorisyenlerinden kabul edilen Alfred Marshall; “Dünya tarihini şekillendiren ve insanoğlunun kendi günlük işlerini yönlendiren iki asli kurum vardır, bunlar din ve ekonomidir” diyor.

Bu anlamda; insanların düşüncelerinin önünü açmak hedefli olarak İslam dini, öncelikle bir siyasi model önermekten ziyade adil bir sistem önermiştir. Ekonomi için de genel hükümler koyarak geliştirmeyi insan düşüncesine havale etmiştir.

Yeni açılımların yaşandığı bu zaman diliminde özgürlükçü ve yenilikçi insanlar, toplumlarda gelirin adil dağılımı sağlayarak “İnsan odaklı” modeller üzerinde çalışmalıdırlar.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.”

“İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN”

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin