Bütün insanlara hitap eden Kur’ân-ı Kerîm, nâzil olduğu bölgede konuşulan dille, yani Arapça olarak indirilmiştir. Arap olmayan milletler İslâmiyet’i kabul ettikçe, onlar içerisinden bir kısım insanlar Arapça’yı ve diğer gerekli ilimleri öğrenmiş, böylece Allah’ın mesajını kendi dilini konuşan kardeşlerine iletmiştir. Ancak Allah’ın kelâmının daha iyi anlaşılması için, Araplar da dahil olmak üzere tefsir’e ihtiyaç duyulmuştur.
Hz. Peygamber’i, ilk müfessir olarak kabul ediyoruz. Müslüman olan İranlılara, sahabeden Selman-ı Farisî’nin yaptığı Fâtiha tercümesi de, Araplar haricindeki Müslümanlara Kur’ân’ın tercüme ve tefsiri yönünde ilk örneği oluşturmuştur.
Türklerin İslâmiyet’i kabullerinden sonra Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe’ye tercümesi de gündemde önemli bir yer edinmiştir.
- yüzyılda ülkemizde Kur’ân çevirilerinin büyük hız kazandığı bir devreyi oluşturur. Cumhuriyet’in başlarında Kur’ân’ın dilimize çevrilmesi yönünde büyük bir faaliyet ortaya çıkmıştı. Zübdetü’l-Beyân, Nuru’l-Beyân, Hülâsatü’l Beyân, Meânî-i Kur’ân bunlardandır.
Cumhuriyet’in başlarında Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe’ye tercüme ve tefsiri denilince, hiç şüphesiz M. Akif Ersoy’un sonuca ulaşmamış Kur’ân tercümesini ve bununla da ilişkilendirilmesi gereken Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’ân Dili adlı tercümeyi de ihtiva eden tefsirini hatırlamamız gerekir.
3 Mart 1924’te TBMM’de üç önemli kanun kabul edilmişti:
Hilafetin Lağvı,
Tevhidi Tedrisat Kanunu
Şer’iye Evkaf Vekâleti kaldırılıp yerine Diyanet İşleri Riyâseti’nin kurulması.
Yeni kurulan diyanetin ilk müstakil bütçesi de 21 Şubat 1925’te TBMM’de görüşülmüştür.
1925 malî yılı diyanetin bütçesinin görüşülmesi sırasında kabul edilen karar uyarınca; Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe tercüme ve tefsiriyle, bir hadis kitabının tercümesi ve bunun bir “mütehassıslar heyeti” tarafından yapılması idi.
Fakat Kur’ân tercümesi görevi bir heyete değil M. Akif Ersoy’a, tefsir görevi de Hamdi Yazır’a verilmiştir. Hadis kitabı olarak da; Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh’in tercümesi ise Baban-zâde Ahmed Naim Bey’e verilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’in tercüme ve tefsiri görevlerinin her ikisinin de, daha sonraki bir kısım gelişmeler neticesinde, Hamdi Yazır tarafından yapıldığını ve hazırlanan eserin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlandığını bu vesile ile hatırlayabiliriz.
Dönemin Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi ve yardımcısı Ahmet Hamdi Akseki’nin ısrarları ile tercümenin Mehmed Âkif’e, tefsirin Elmalılı Muhammed Hamdi’ye, Sahîh-i Buhârî’nin tercüme ve şerhi de Babanzâde Ahmet Naim’e yaptırılması” kararlaştırılmıştır.
Sözleşmeye göre Ersoy ve Yazır’a Kur’an-ı Kerim mealine yönelik hizmetleri için 1.000’er lirası avans olmak üzere kişi başı 12.000 Türk lirası ödenecektir. Yani, Kur’an meal ve tefsirine dair hizmetler için ödeme Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinden karşılanmıştır.
Ancak Mehmet Akif Ersoy, Mısır’a gittiğinde hazırladığı ilk tercümeleri Elmalılı Hamdi Yazır’a iletmesine rağmen, sonrasında aldığı parayı iade ederek tercüme işinden vazgeçtiğini ilgililere bildirmiştir. Bu durumun ardından Diyanet İşleri Başkanlığı tercüme işini de üstlenmesini Elmalılı Hamdi Yazır’a teklif etmiştir. Elmalılı da, her ne kadar ilk önce bu görevi istemese de, ayetlerin altına meallerinin sonrasında da tefsirinin yazılması şartıyla bu teklifi kabul etmiştir.
Akif’in tercümesinin bir kısmı Mehmet Görmez’in başkanlığı döneminde diyanet işleri tarafından yayınlanmıştır.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın on iki yıllık (1926-1938) çalışması ile tamamlanan 9 ciltlik “Hak Dini Kur’an Dili” adlı oldukça önemli “Mealli Türkçe Tefsir”i Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanmıştır.
Bu üç eserin de toplumda oldukça ilgi gördüğünü, hatta tefsirin sadeleştirmeyle yeniden yayınlandığını belirtmemiz gerekir