NEVZAT ÜLGER

MERKEZİN YENİ SAHİBİ; MUHAFAZAKÂRLAR

1900’lü yılların ilk yarısı dünyada kapitalizmin büyük krizi ile faşizme ve komünizme giden yol olarak okunabilir.
1918-1945 baskıcı rejimler ve dünyada faşizm dalgası. 1917 Rus Komünist ihtilalı.
Almanya’da Nasyonal Sosyalizm, İtalya’da Mussolino Faşizmi, İspanya’da Franko Faşizmi, Rusya’da Komünizm ve ardından 2. Dünya Savaşı.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyada üç blok oluşmuştu: ABD merkezli NATO, Rusya merkezli Varşova paktı ve Bağlantısızlar bloku. Bir de kırk-elli yıl sonra Erbakan tarafından oluşturulan D-8 oluşumu.
1945 yılından itibaren NATO, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşlara evet diyen ülkelerin tamamında anti-komünist örgütlenme adına “gladyo” teşkilatları.
Batı blokuna dâhil olmamız için 1945 yılında biz de çok partili hayata geçtik.
1950 yılında yapılan genel seçimlerde Demokrat Parti (DP) iktidar oldu ve on yıl iktidarda kaldı.
Ardından, 1965 yılında Adalet Partisi-S. Demirel, 1983 yılında Anavatan Partisi-T. Özal, 1996 yılında Refah Partisi-N. Erbakan ve 2002 yılında Tayyip Erdoğan liderliğinde AK Parti iktidara geldi.
AK Parti’nin yirmi yılı aşkın iktidarıyla birlikte Türkiye siyasetinde birçok önemli değişiklikler meydana geldi. Özellikle iktidara gelseler de gelmeseler de kendilerini sistemin sahibi olarak gören Batıcı ve Laikçi kesimle adına bazen muhafazakâr, bazen milliyetçi-muhafazakâr ve bazen de dindarlar denilen kesim arasında adeta rol değişimi yaşandı.
İki kesim de birbirlerini değerlendirirken siyah-beyaz kriterinde kaldılar izlenimi verdiler. Laikçiler ve Batıcılar, muhafazakarları modernleşmeden ve bilimsel yaklaşımdan uzak bir kesim olarak görürken, muhafazakarlar ise laikçileri ve Batıcıları gelenekten kopmuş, kimliğini kaybetmiş baskıcı ve jakoben bir kesim olarak resmetti.
Tabii ki farklı tonlar ve flu alanlar yok değil ama çoğunlukla “flu” alanlar değil, “siyah-beyaz” alanlar tercih edildi.
Rakamsal olarak bu ülkede muhafazakâr kesim çoğunlukta elbette. Mesela Laikçi ve Batıcı kesim ile muhafazakâr kitleyi siyasal rakamla ifade edersek; son yetmiş yılda yapılan seçimlerin tamamında % 35-65 oranının değişmediğini görebiliyoruz.
Çok partili hayata geçtiğimiz tarihten sonra, aşağı-yukarı elli-altmış yıl Laikçiler ve Batıcılar kendilerini kültürel olarak daha üstün gördükleri için muhafazakârlar üzerinde baskı kuruyorlardı. Şimdi durum farklılaşmış gibi görünmektedir. TV yayınlarında, yazılı ve sözlü basında muhafazakârlar daha bir ağırlıkta gibi.
2000 yılından önce laikçi ve Batıcı kitle belirleyici iken, son yıllarda muhafazakâr kitlenin daha belirleyici olduğunu gözlemliyoruz.
Köşeli bir ifade ile toplumsal açıdan merkezin değiştiğini söyleyebiliriz. En görünen şekliyle; siyasi anlayışta bir değişme oldu ve demokrasiyi, gelirin dağılımını, düşünce özgürlüğünü, din ve vicdan özgürlüğünü şimdilerde daha çok muhafazakârlar savunuyor.
Bu durum Laikçiler ve Batıcılılarla muhafazakârlar arasında bir kültür rekabeti gibi. Her iki kesim de kendi ‘doğrularının’ tek doğru olduğuna inanıyor.
Gerçi 2002-2011 yılları arasında Laikçi ve Batıcı kesim önemli oranda AK Parti’ye destek verdi ama sonra tekrar kimliksel ayrışma öne çıkarılarak destek vermekten vazgeçildiği gibi önemli oranda tepkisellik ve katılaşma moduna girildi.
Haziran 2023 seçimlerinde muhalefet, ideolojik cepheleşme yolunu tercih ettiğinden iktidar seçmeninin gözünde ister istemez “Laik ve Batıcı” değil, ‘laikçi’ olarak nitelendirildi.
Nitekim muhalefet seçimleri kaybetti ve özellikle kendisini sistemin sahibi gibi gören CHP şimdilerde bir anaforun içinde adeta. Ya değişecek ve normal bir siyasi parti haline gelecek, ya da parçalanarak bünyesinden beşinci kez yeni bir parti çıkaracak. CHP’de değişim talebi yükselmeye devam ediyor. Partide köklü bir değişim olmadan herhangi bir başarı kazanılmayacağını belirten aktörlerin sayısı artıyor.
Eskiden CHP’li olmak Atatürkçü, sosyal demokrat bir cumhuriyetçiliği benimsemek demekti. Şimdi ise, AKP karşıtı olmak CHP için yeterli. Hâlbuki geleceğe ilişkin hikâyesi olmayan bir parti yaşayamaz.
Muhafazakârları merkezin yeni ve asli sahipleri haline getiren kimlik tasavvurunda “yerli ve milli” repliğinin önemi oldukça büyüktür.
Muhafazakârlar artık devletin içindeler, merkezdeler ve kendilerini adeta tarihsel olarak meşru haklarını yeniden elde etmiş olma duygusuna sahipler.

 

MERKEZİN YENİ SAHİBİ; MUHAFAZAKÂRLAR

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin