İnsan “Üç beş damla kan, üç beş damla su.” Yaşam dediğimiz şey sadece iki kelime; hayat ve ölüm. “Nasıl yaşarsan öyle ölür, nasıl ölürsen öyle diriltilir, öyle hesaba çekilirsin.” İnsan ölümü istememeli ama dünyaya da fazla tamah etmemeli.
İnsan, en güzel bir şekilde yaratılan, hem de yaratılanların en şereflisi, eşref-ü mahlûkat.
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen, / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” (“Kendine saygıyla bak, çünkü âlemin özü sensin. Sen, kâinatın göz bebeği olan insansın.” Şeyh Galip)
İnsanın dışındaki aklı; peygamber, içindeki peygamber; aklı. Eğer ilim, kalem ve kelam erbabı olursa, umulur ki, zübde-i aleme (alemin özüne) beş duyu olur, onun gören gözü, işiten kulağı olur. Zira insan kâinatın gözbebeğidir.
“Söz sahibini tarif eder.” Onun için insan zarif ve nezaket sahibi olmalıdır. Elbette becerebiliyorsa şairane söylemleri, belki de düşündüren cümleleri olmalıdır.
Sonra onun bu mahiyete sahip bir de dost meclisi, can dostları olmalıdır. Bu can dostlar zaman zaman meşk için; bazen edebiyat sofrasında, bazen muhabbet sofrasında, bazen kutlu mazi sohbetlerinde buluşarak insicamlı mozaikler meydana getirmelidirler. Bu mozaik parçalarına medeniyetimizin izleri olarak bakmamızda ne sakınca olabilir. Allah ve peygamberinden bahsedilmeyen toplantıların pek hayrı olmaz. Muhabbetten Muhammed hasıl olmalıdır.
Hayatımızın mükâfatının cennet olabilmesi için Allah’ı razı etmek, onun kullarının mutluluğuna çalışmak aslında çok da zor olmasa gerek. Vatana hizmet, bayrağa saygı, olumlu iz bırakan geçmişlerimize şükran duymak, vahyi ilahiden gelen emir ve yasaklara uymak da bu fasıla dâhildir.
Ömrün ne kadar yıl değil, nasıl geçtiği önemlidir her halde. Güzel ve faydalı işler, estetik konuşmalar ve davranışlarla Allah için olan dostluklar da güzel mükâfatların davetçileridir. Yalnız “nasıl” sorusunu sormak yetmez, bir de “niçin” sorusu sorulmalıdır.
Malayani şeyleri öğrenmeye çalışmak, insandaki “merak duygusuna” ihanet ve hakaret sayılmalıdır.
Uzun bir zaman diliminde maalesef din orijinli ahlaktan bahsetmek ağır bir entelektüel suç kabul ediliyordu. Çünkü yaratıcıyı gündeme taşıyor, insanların aklına haramlar geliyordu.
Din ile İslam arasına eşitlik işareti koymak yanıltıcı olmaz mı? İslam dinden fazla değil midir?
Konumuzun bir de okumakla yakın bir ilişiği var elbette.
Okumak, öyle zannedildiği gibi eline bir kitap alıp onun sayfalarında dolaşmaktan ibaret bir eylem değildir. Okurun, elinde tuttuğu kitaptan ziyadesiyle istifade edebilmesi için nitelikli bir okuma yapması gerekir.
Nitelikli okuma ile neyi kastediyoruz?
Nitelikli okuma için elbette bir dizi öneri sıralanabilir. Nitelikli okuma; “rüyaları ve hayalleri olan” bir hareketin adıdır mesela.
Önemli olan nicelik değil, sağlıklı bir şekilde ilerleyen, nitelikli bir okuma faaliyetinin inşa edilmesidir.
Okuyucu okuma eylemini gerçekleştirirken bir yandan da kitaba dair notlar almalıdır. Böylece okuduğu kitaba dair ilgisi ve dikkati daha da artar.
Kurşunkalemle sayfa kenarlarına kitabın canını acıtmadan notlar almak faydalıdır. Nitekim sahaflarda haşiyeli kitaplar daha yüksek fiyatlara alıcı buluyor. Çünkü aynı anda iki düşünceyi bir arada okumuş oluyor okuyucu.
Yatakta kitap okumanın kitapseverlik raconunda yeri yok diyor Ayvazoğlu. Saygı duyarız Ayvazoğlu’na.
Sayısal olarak bugün sekiz milyon üniversite öğrencimiz, bir milyon da öğretim elemanı var diyor resmi kayıtlar. Dünyanın karşımızda titremesi ve “vay be!” dedirtmesi lazım ama dedirtemiyor!
Ülkemizde okul dışı en çok kitap okuyan kesim; yine de 15-24 yaş grubudur. Her şeye rağmen okumayı terk etmememiz lâzım. Soruyu, merakı, hayali, umudu terk etmememiz lâzım.
Allah’a döneceğimiz gerçeğine teslim olmak, özgürlük demektir. İslam’ı yeniden keşfetme seferberliğinden yana olmamız gerekir. İlk ayete, Okuma emrine dönmemiz gerekiyor.
Ülke yine sıfırdan başlayarak, tekrar İslam’ın ilk ayetlerine doğru tırmanarak yükselebilir: “Oku.”