Zengin kitlelerle yoksul kitleler arasındaki gelir dengesizliği, yalnız bugünün değil, insanlık tarihinin en önemli ve kahredici hastalığıdır.
Tabi, kalkınma olgusu da, bolluk içinde yaşayanlara daha fazla bolluk sağlayarak değil, muhtaç insanların durumlarını iyileştirmekle olur. Elbette belli alanlarda başarı sağlamak için sermaye temerküzüne ihtiyaç var ama bu yoksul kitlenin insan onurunun altında bir hayata terk edilmesi anlamını taşımamalıdır. Keza herkesin ekonomik hayatı güzelleşiyorsa bazılarının daha çok güzelleşmesi hiç dert olmaz. Yeter ki bu durum ekonomi uygulayıcılarının ve yön tayin edicilerin özellikle tercihi olmasın.
Sanayi devrimi nasıl tarım devriminden çok farklı idiyse, bilgisayar devrimi de sanayi devriminden çok farklı.
Teknolojideki gelişim maliyetlerde bir düşüşe yol açıyor ama yeni gelişen meslekler hariç, özellikle vasıfsız kitleleri işsiz bırakacağı da kabul görüyor. Küreselleşme olgusunun dünyanın her yerinden işçi teminini kolaylaştırdığını da unutmamak gerekir. Yinede teknolojik gelişmelerin işsizlikten ziyade istihdam meydana getireceğine ilişkin öngörüler daha çoğunluktadır. Kaldı ki bunca üretime karşılık, yeterli talebin oluşması için istidamın da artması zorunludur. Dünya yalnız harp sanayi üzerine yaşayamaz.
Medyadaki sert tartışmalar kimseyi yanıltmasın. Konuşmacılar inandıklarını değil, ekmek parası için söylemeleri gereken şeyleri söylüyorlar. Birçok konuşmacının belli periyotlarla takım değiştirmeleri de bunu ispatlıyor zaten.
Günümüz Türkiye’sinde devletten şu isim altında veya bu isim altında para almayan yok gibidir. İşçi, memur, emekli, dul, yetim, gazi, malul, bağ-kur mensupları, teşvikler derken 85 milyonun hemen tamamı devletten besleniyor. Devlette elbette vergi alıyor ve bu giderleri karşılıyor.
Tabi temel soru; devlet topladığı paraları en çok nerelere yönlendirmeli. Çünkü nakit ödemelerin dışında, yollar, havaalanları, köprüler, hastaneler, sosyal tesisler, yeni teknolojik yatırımlar içinde harcama yapacak.
Kaliteli iktisatçılar arasında, devletin ekonomik büyümedeki rolüne ilişkin büyük bir uzlaşı oluştu. Bir ara Marksist anlayışlar öne çıkmıştı ama şimdi o görüşler marjinalleşti.
Tekrar başa dönersek, yoksulluğun çaresi, garantili bir geliri, belli bir çalışma karşılığında hayata geçirmek olarak görülüyor. Volter’in bu konuda ortaya attığı üçlü bir terkip var; “Çalışmak, insanı üç kötülükten alıkor, can sıkıntısı, yoksulluk ve ahlaksızlık.”
İnsanların çalışması oldukça önemlidir. Çalışan insan kendini değerli görür. Toplum içerisinde kendine bir yer bulur. Değer yargıları daha sağlıklı olur. Araştırmalar altı aydan fazla süren işsizliğin, insanların mutluluğunu olumsuz manada etkilediğini gösteriyor. İşsiz insanların en büyük hedefi “iş sahibi” olmaktır. Diğer söylenenlerin kıymet-i harbiyesi pek yoktur.
Günümüzde özellikle şehirlerin geri kalmış semtlerindeki suç oranlarının yüksekliğinin elbette başkaca nedenleri de var ama esas nedenin işsizlik ve yetersi gelirden kaynaklandığı düşüncesi kabul görüyor.
Önce iller bazında, ardından bölgesel çapta ve nihayet ulusal çapta “yatırım fonları” kurularak geniş kitlelerin gelirleri artırıldığı gibi devletin de kalkınma hızı artırılabilir.
Unutmayalım; yalnız dinler şer’idir, sistemler ve yönetimler beşeridir. O nedenle yeni fikirlerin ve inovasyonların teşvik edilmeleri gerekir.
- yüzyılın lider ülkesi, özel sektörde yeni fikirlerin üretilmesini daha etkin destekleyecek, yeni inovasyonlara imza atacak ülkeler olacaktır. En dikkate alınması gereken kurumlar da KOBİ’ler olmalıdır.