Geniş bir kültürü ve divan şiirinin her türünde kalıcı dizeleri olan Rıfat Dede, Adıyaman’da “şeyhgil” ailesindendir.
Malum Rıfat Dede için Bilal Sürgeç Elazığlı (Çöteli köyünden) diyor. Zannederim Çötelizade Asım bey’in Rıfat Dede’yi uzun süre Çöteli’deki konağında misafir etmesinden mülhemdir bu ifade. Hatta Asım Bey’in oğlunun doğumuna bu konakta tarih düşmüştü şairimiz.
Rıfat Dede aslen Adıyamanlıdır. Kaldı ki o kendisini Adıyamanlı olarak tanıtan şiirler de yazmıştır. Ancak Osmanlı döneminde Harput’un sancak merkezi olduğu dönemde Adıyaman’ın Hısnı Mansur ismiyle Malatya’ya ve bilvesile Malatya’nın da Harput’a bağlı olması Bilal Sürgeç beyi bu düşünceye çekmiş olabilir.
Merhum Sadi Baba, Rıfat Dede’nin bu şiirini tasavvufi yönden açıklamamı istemişti benden ama ona olumlu cevap verememiştim 20 yıl önce. Daha önce Elazığ’da da ilköğretim müfettişliği yapan Sayın Ebubekir Aytekin’in sosyal medyada kendisiyle yapılan bir söyleşisinde bu şiire ilişkin açıklamalarını dinledim ve açıklamaları da oldukça hoşuma gitti işin doğrusu.
Rıfat Dede’nin Elazığ’da sevilerek okunan ve dinlenen meşhur Harput Divanı’nın dizelerine dikkatle bakalım şimdi:
“Ben şehîd-i bâdeyim dostlar demim yâd eyleyin
Türbemi meyhâne enkazıyla bünyâd eyleyin
Gasl olunmaz mâ ile gerçi şehîdân-ı vegâ
Yıkayın meyle beni bir mezhep icâd eyleyin
Türbeme kandil içün bir köhne sâgar vakf edin
Fiule -i nâr-ı arakla rûhumu şâd eyleyin
Türbedâr olsun bana bir rind-i mey-hâr-ı garîb
Nezr-i serhoşân ile ol pîre imdâd eyleyin
Neyle, meyle, bir alay mahbûb ile her dem gelin
Bezm-i Cem âyinini kabrimde mu’tâd eyleyin
Her gelen mestân u rindân ise gelsin türbeme
Gelmesin sofi vü zâhid tard u ib’âd eyleyin
Mest eder bûy-ı türâb-ı meşhedim bu âlemi
Bâde-nûşânı bu nev-neşveyle irşâd eyleyin
Yâdigâr olsun bu nazmım evliyâ-yı sâgara
Gitti Rıf’at perr açıp, ardınca feryâd eyleyin.”
Şiirin tasavvufi terminolojiye göre kısmi açıklamasını sayın Ebubekir Aytekin’in açıklamalarından okuyabiliriz.
Tasavvufî terminolojiye göre “şarap” ilâhî aşkı temsil eder, “pîr-i mugan” da (meyhâneci) mürşid demektir.
“Meyhâne” aşkın öğrenildiği yer, yani tekke veya dergâhın remzidir.
“Mahbûb” veya “mâşuk” ise Allah’tır.
“Âşık”, kendisini ilâhî aşka adamış, bütün varlığı ile Allah sevgisine yönelmiş ve Allah’a erişmek isteyen kimse mânasını taşır.
“Kâbe” vuslat makamı, ulûhiyyet âlemidir. Bunun gibi “zülüf, gîsû, mûy, ebrû” Allah’ın birlik sıfatını, esrâr-ı ilâhîyi ifade eder.
“Ruh (yanak), mâhrû, çehre-i gülgûn” Allahın tecellî nurlarının belirmesi; “hal” (ben) Allah’ın zâtının birlik ve tekliği; “leb” sır, yokluk, fenâ fillâh; “leb-i la‘l, leb-i şekker” ruhanî lezzetler; “tersâ-beçe” nûr-ı ilâhîye mazhar kâmil mürşid; “işve” ilâhî cezbe; “şûh” Allah’a teveccühün lezzetleri içinde beliren ilâhî işve; “naz” kalbe kuvvet vermek; “girişme” cemâl-i mutlakın iltifatı; “nâle vü zâr” mahbubu istemek; “şem‘” ilâhî nur; “âfitâb” ilâhî vuslata erişmek; “mehtâb” Allah’ın güzellik ve sevgisinin kendisini göstermesi mânasına gelmektedir.
Öte yandan “harâbat” ve “mey” kavramı etrafındaki mecazi mânaları ile şu remizler aşk şiirlerinde devamlı yer alır: “Meclis-i işret” ilâhî yakınlıktaki lezzet; “ayş ü tarab” Hak’la ünsiyetin devamı; “sâkî” mürşid; “hum, humhâne, kâse, kadeh, cam” âşığın kalbi; “mutrib” ilâhî hakikati öğreten, mürşid; “def” hakiki mâşuk olan Allah’ı istemek.
Şairlerin, bu arada şeyhülislâm veya onun gibi yüksek dinî makamların temsilcisi durumundaki kalem sahiplerinin dahi şevkle mey ve meyhâneyi terennüm edebilmeleri, bunlarla ilgili remizlerin taşıdığı böyle mecazi mânalar dolayısıyladır.
İslâmî bir edebiyat olan divan şiirinin, İslâmî akîdenin mubah görmeyip reddettiği içki ve buna bağlı olarak meyhâne, işret âlemi gibi motifleri devamlı söz konusu etmesinde kendini gösteren zâhirî çelişki ve tutarsızlık, içki ve pîr-i mugan, muğ-beçe vb. bağlantıların gerçek mânaları ötesinde birer remiz olarak başka şeyleri ifade etmelerine dayanır.
Yazıyı güçlü şair Rıfat Dede’nin Kazancı Bedih ve İbrahim Tatlıses’le görünür hale getirilen bir şiiriyle süsleyelim:
“Tükendi nakd-i ömrüm dilde bir sevda-yi ah kaldı
Tevessül dilber-i yare benim arzum nigah kaldı
Benim taciz etmediğim ne şah ne padişah kaldı
Benim perişan halime kimseden insaf olmadı
Derunum derdini lokmana gösterdim dedi eyvah
Bu derdin def’ine çare eder ancak Allah kaldı
Kara günlerde mi halk eylemiş bilmem beni Mevla
Tutuldu şems ü kamer günlerim pek simsiyah kaldı
Perişan halıma hiç kimselerden olmadı imdad
Benim arz etmediğim şah veziri padişah kaldı
Bu Rıf’at varını yaran uğruna eyledi yağma
Elinde sade bir keşkül başında bir küllah kaldı.”