(Bir Yola Giriş Hikayesi)
Feriduddin Attar’ın yazmış olduğu Mantıku’t’Tayr isimli eserinde “Kuşların Dilinden” anlattığı bir tasavvufi yolculuk var.
Kuşlar bir araya gelip her ülkenin padişahı olduğunu, kendi ülkelerinin de bir padişahı olması gerektiğini tartışırlar. Daha sonra içlerinde en bilge olan hüdhüd onlara “Kuşkusuz bizim de bir padişahımız vardır. O da Kaf Dağı’nın ardındadır. Adı Simurg’dur, kuşların padişahıdır. O bize yakındır lakin biz ona oldukça uzağız.” der.
Hikayede hüdhüd önemli bir semboldür. Esas vurgu vahdet-i vücud üzerinedir.
Vahdet-i vücut anlayışına göre; var olan sadece vücûd-ı mutlaktır. Bütün kudret O’ndadır. İnsanın kâinatta varlık halinde gördükleri, vücûd-ı mutlakın bir ayna hükmünde olan adem-i mutlakla karşılaşmasından doğan çeşitli görünüşlerinden ibarettir. Allah çeşitli şekillerde tecelli ettiğinden bütün eşya ve yaratıklar bir varlığa sahip gibi görünür. Aslında bu görünen şeylerin gerçek varlığı yoktur.
Hüdhüd tek tek bütün kuşları ziyaret eder. Burada kuşlardan kastedilen insanlardır. Her bir kuş ayrı bir insan tipinin karşılığıdır. Kuşları, fikir sahibi olmadıkları padişah hakkında bilgilendirir ve uzun bir yola çıkacaklarını izah eder.
Bu yolculuk için ilk şart “Aşk”tır. Çünkü canını canan için feda edenler hakiki âşıklardır. Aradıkları Padişah’ın Simurg olduğunu ve onun azametini anlatır.
Tüm bu tatminkâr cevapların ardından kuşlar, mutmain bir kalp ile yola revan olurlar.
Önlerinde aşılması gereken talep, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret, fakr ve fena isimlerinde yedi vadi vardır. Bu yedi vadi, nefsin yedi mertebesini simgeler.
Aşılması gereken yedi vadinin hepsi de çetindir. Vadilerin adları sırasıyla:
Talep, istek, keşif, keramet makamı,mavi renkli nefsi emare,
Aşk vadisi, kırmızı renkli nefsi levvame,
Marifet vadisi, sarı renkli nefsi mülhime,
İstiğna (ihtiyaçsızlık) vadisi, beyaz renkli nefsi mutmaine,
Tevhid vadisi, yeşil renkli nefsi raziye,
Hayret vadisi, siyah renkli nefsi marziyye,
Fakr ve Fena son vadi olup hiçbir rengin ifade edemediği nefsi kamile makamı.
Riya sembolü sülün,
Denizden habersiz turna,
Dış görünüşe takılıp kalan bülbül,
Devletten eser olmayan papağan,
Yolunu kaybetmiş tavus,
Mağrur ve vaktin piri horoz,
Renk ve hile üstadı keklik,
Gururlu hümâ,
Zahirde kalmış doğan,
Define avcısı baykuş,
Su ile mutlu olan ördek,
ve diğer bazı kuşlar birer mazeret ileri sürerek yolculuktan vazgeçmek isterler.
Peygamber mektupçusu Hüdhüd Simurg’a ulaşmak için onlara gidilecek yolu anlatır. Hüdhüd, Süleyman Peygamberin elçiliğini yapan ve kuşlar arasında mahiyet bakımından eşi benzeri olmayan bir kuştur. “Peygamber Efendimizi ve Elçilik” makamını temsil eden hüdhüd kuşu tasavvufta “Mürşid-i Kâmil” anlamına gelir.
Simurg, bir yönüyle şeriatın diğer yönüyle hakikat ve ahlâkın temsilidir. Kuşların Simurg’a varmaları için serden geçtikleri bir yolculuğa çıkmaları gerekecektir.
Hüdhüd bütün dikkat ve emeğini kuşları ikna etmeye, onları ikna ederken mazeretlerinin ve dünyalarının küçüklüğünü izaha ayırır. Kâmil bir er olma yolunda en önemli husus; kişiyi dünyaya bağlayan bütün düğümleri çözmek gerektiğini vurgular.
Burada mazeretlerin altında yatan iki büyük sebepten biri “tembellik” diğeri ise yaşadığı hayattan duyduğu “memnuniyet” ile büyük bir kibirdir. “Ben yapamam, o iş kim biz kim…” cümlelerinin altında sinsi bir “kibir” olduğu kuşlar üzerinden anlatılır.
Hakikatte bütün kuşlar bulunduğu konumdan memnun ve hepsi kendilerince bir “taht” sahibidir. Fakat Simurg’a yolculuk için hepsinden sıyrılmak gerekir, hatta candan bile.
Burada önemli olan yolun kendisinden ziyade yönüdür. Yön, kemale varmak ve cemal-i mutlaka ulaşmaya ayarlanmalıdır. Çıkılan yolda hedef kutsalsa çekilen çilelere değmektedir.
Birçok kuş yıllarca bu vadilerde kanat çırptı. Kimisi yorgunluktan kimisi hastalıktan bitap düşüp yolun sonunu göremedi. Yalnız otuz kuş yolu tamamlayabildi.
Yolun sonunda bir görevli onlara küçük, büyük her şeyin kaydedildiği yazılı bir belge verdi. Bu belge kişinin amel defterini simgeliyordu.
Dünyada bilerek yahut bilmeyerek yaptığımız her şey Allah katında kayıtlıdır. İnsan, hayatı boyunca İlâhî bir nazar ile izlendiğinin bilincinde olmalıdır.
Otuz kuş, Simurg’u gördüklerinde hayretler içinde kaldılar, çünkü aynada gördükleri kendileriydi.
Hedef ne kadar uzak ve zorluklarla dolu olursa olsun aslında bize yakındır. Rabbimizin kuluna şah damarından daha yakın olması gibi. Bu gerçeği anlamak için kişinin bulunduğu yerden hicret etmesi gerekir.