Türkiye’de partileri ya sermaye kurar veya devlet. Ancak siyasi partiler belli bir güce ulaştıktan sonra kendilerine yeni hedefler belirlemede artık uzmanlaşırlar ve kurucularını paranteze alabilirler. Bunun da en tipik örneği Demokrat Parti ve MSP olmuştu. Ardından diğer partiler de bu modaya uymaya başlamışlardı.
Bunun dışında kurulmuş olan partilerin toplum nazarında da pek itibar gördüğüne rastlanmamıştır. Zaten bu iki kanalın dışında kurulan partilerin sesleri de, davulcu yellenmesine benzemiştir.
Etkin bir güç olarak sermaye bir taraftan ideolojik çatışmalar ile diğer taraftan da dış dostlarla dengeyi kurmaya çalışır. Gelişmemiş ülke olmanın yanında bu tür davranışların dünyanın tamamında var olduğu dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.
Sermaye son yirmi yılda siyasi gücünü kaybetti, yeniden eski gücünü elde etmesi için üçüncü dünya savaşının çıkması gerekir. Ukrayna-Rusya savaşı belki bazı dengelerin kurulmasına vesile olacaktır ama sadra şifa olmaz. Sermayenin eski gücüne kavuşabilmesi ancak istikrarsız devletlerle mümkündür. Sermaye cephesindeki bütün oyun bunun üzerinedir. Genel seçimleri de bu pencereden okumak mümkün müdür, hem de hiç tereddütsüz.
Sermaye 1900’lardan sonra dengeyi Anglosakson ve Rusya üzerine kurmuştu. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyada “yeni bir dünya düzeni” kurulmuştu. Bu kurgu 1992 yılında bozuldu. Avrupa ülkeleri ve Çin beklenmedik hamleler yaptı. Avrupa son altmış yıldır artık AB oldu. AB silah gücü ile değil bilgi gücü ile güçlenmeye çalışıyor.
Çin sıçrama yaptı. Çin kendi varlığını insanlığa kabul ettirmekle meşgul. Siyasi emperyalist hedefi yoktur, bunu sağlayacak evrensel bir anlayışa da sahip değildir. Onun kulvarı şimdilik ekonomidir ve ekonomide yarış da daima faydalıdır.
Rusya ve ABD’de sermaye etkisini kaybetti. Etkin güçler artık savaş değil barış istiyorlar. Yapılan vekâlet savaşları dünyada kurulmuş olan emperyal bir düzenin yaşatılması için kurgulanmaktadır. Nereye kadar?
Kaybolan etkilerini tekrar kazanmak için; ABD ve Rusya zımnen anlaşarak gaz tekelini Ruslar’a, petrol tekelini ABD kontrolüne aldılar. Böylece Çin’in ve AB’nin etkisiz hale getirilerek oyun kurucu ülkelere temenna çekme pozisyonunda kalmalarına çalışılıyor. Ama AB ve Çin ucuz işçilik söylemi ile önemli bir sıçrama yaptı. Üretim bir süreliğine de olsa Çin’e taşındı ve Çin eski önemine tekrar kavuştu. Bu gün Çin, bölgesel güç olmak için gayet sessizce yeni oluşumların peşinde ama iletişimin geldiği bu ileri aşamada hiçbir niyet ve plan gizli kalmıyor.
İran ve halkı Müslüman olan bazı ülkeler Rusya ile bazı Arap ülkeleri de ABD ile aynı safta olacaklar. Türkiye, bölgede yeni oyun kurucu bir ülke olarak, bunlar arasında denge sağlayıcı bir pozisyonda bulunacaktır. Yani Türkiye artık “piyon” ülke değil, fonksiyonel bir devlettir.
Bilgiçlik gibi kabul edilmesin; Esad ve büyük bir güruh bir Avrupa ülkesine göç edecektir. Suriye’de kurulacak olan yeni iktidar da Türkiye’ye ve elbette bazı Arap ülkelerine yakın olacaktır.
İlgilisi için önemli bir not; İslamiyet’te din devleti yoktur. Devlet ulusa dayanır. Ulus da ırka değil, kültüre, irfana dayanır. 20. yüzyılda insanlık içtihat ve icmalara dayanarak kendi kendilerini yönetme seviyesine ulaşmışlardır. Artık bugün her ülkede meclis vardır, seçilmiş kimseler devletleri yönetmektedirler.
Sonuç; sermaye insanlığı ateist yaptı. Otoriter olmayı baskıcı olmak diye uygulamaya aldı. Dikta yönetimler getirdi, kanlı çatışmalarla dünyayı fesada verdi. Gümrük ve vizelerle insanları sömürdü. Ancak ömrünü doldurmuştur. Dünya hakimiyetinden çekilecektir, çünkü son otuz yıllık teknolojik gelişmeler yeni birtakım anlayışları da beraberinde getirmiştir.