1960 ve 70’lerde kalın çizgilerle iki siyasi akım vardı; sağ ve sol. İnanca yakın olan insanlar ve siyasi partiler sağcı, inanca mesafeli duran kişi ve siyasi partiler de solcu kabul ediliyordu. O yıllarda Adalet (sonradan Doğruyol) Partisi liberal, kalkınmacı ve sağcı, CHP solcu, MSP (sonradan Refah) Partisi milli görüşçü, MHP milliyetçi ve sağcı kabul ediliyordu.
1950’lerden itibaren başlayan kentlileşme olgusu, 1990 yılından sonra olağanüstü sosyolojik değişimlere dönüştü ve sosyolojik yapı değişti.
Eğitim imkânları arttı, köylerde yaşayan insanların oranı %10’ların altına indi, özellikle iletişimde oldukça serpilen bir ülke haline geldik. Milyonerlerin sayısı arttı ama adil gelir dağılımı sağlanamadı. Çok katmanlı bir tüketim toplumuna dönüştük.
Şimdi sokaktaki insanlara soracak olursak; her on kişiden üçü kendisini sağcı, ikisi solcu ve beşi de kendisini muhafazakâr olarak tanımlıyor. Buradaki muhafazakârlık kavramı daha ziyade AK Parti ve R. Tayyip Erdoğan’ı işaret ediyor.
Toplumdaki modernleşmeye karşın toplumsal değişme fazla değil. Konuyu siyaset açısından, özel olarak sol ve solculuk açısından irdelemek mümkündür.
Öncelikle hikâyesi olmayan kişi ve grupların siyasette kalıcı olmaları adeta imkânsızdır. Türkiye’deki hangi sorunu nasıl çözeceğinizi topluma anlatamıyorsanız sizin hikâyeniz yok demektir. Toplumun akıl sağlığına değil, sizin siyasi ve ekonomik bagajlarınızın “son kullanma tarihlerine” bakmak gerekir.
Solcu yazar ve aydın kitle hala köy enstitüsü ve halk evleri üzerine söylemlerine devam ediyor ve sanayileşmenin toplumu nerelere taşıdığından habersiz davranıyorsa, hala dine ve dindara mesafeli durmaya ısrarla devam ediyorsa toplumda kabul görmeleri oldukça zor. Adam hala, ezilen ve öldürülen Müslüman’sa, olaya oldukça yabancı, hatta ezenden yana. Son örneğini Gazze olayında gördük.
Her biri yarım ve tam asırlık partiler hala %10-25 barajını aşamıyorlarsa yeniden düşünmeleri gerekir.
Mesela CHP neden %25 bandını aşamıyor? Neden belli bir coğrafyaya sıkışmış vaziyette sadece iç çekişmelerle uğraşıyor? Hala kendileri gibi düşünmeyenleri, ayıpmış gibi “sağcılıkla” ve “muhafazakârlıkla” etiketleyerek sadece dışlamayı tercih ediyor. Dine ve dindara mesafeli, yapay bir bohem hayatını kutsamayla kendisini kandırmakla meşgul.
Mesela TİP son seçimde nerede %10 barajını aşabildi diye baktığımızda karşımıza “Bağdat Caddesi” çıkıyor. Yani TİP’in ekonomik gelişmeyle, siyasetle hiç mi hiç ilgisi yok, o hala dernek statüsünde kültürle meşgul. O parti hala deviant türü davranışlara prim vererek ayakta durmaya çalışıyor. Sol bu mu? Eğer sol bu anlayışta ısrar ederse bir daha meclis yüzü görmeyebilir.
CHP’ye bakıyorsunuz iki bölgeden rey alabiliyor: Biri tuzu kuru olan deniz kenarlarından, diğeri de mezhepsel yığılmanın olduğu yerlerden. Doğrusu böyle bir sol anlayış dünyada da kabul görmez.
Demek ki Türkiye’de sol karakteri oluşturan temel unsur siyaset değil, kültürdür. Bu yüzden, bütün parlak ve heyecanlı iddiasına rağmen, Türkiye’de sol; ezilenlerin, yoksulların, ayrımcılığa uğrayanların siyasi temsilciliğini başaramamaktadır. Yani “sol” olarak tanımlanan kimlikte aşılması gereken sorunlar var.
Çocuklarını pahalı kolejlere gönderen, yurt dışında yaşamaya teşvik eden hali vakti yerinde beyefendiler “sol” partilere reylerini veriyorlar. Bu nasıl “sol-sağ” ayrımı?
Belki sol da yoksul kesimlere ulaşabiliyor diyecek olanlar olabilir. Nerede? Hala mezhepçilik yaparak bu iş olmaz.
Tablo önümüzde; yoksul kesimlerden, işçilerin en çok olduğu bölgelerden solcular mı fazla rey alıyor yoksa kendisini “Muhafazakâr Demokrat” diye tanımlayan AK Parti mi? Nitekim AK Parti %50+1 sınırını değiştirme yoluna giderek aslında iki akımın dışındakilere dinlenme çağrısı yapıyor bence. “Mevcutta 50+1 mecburiyeti partileri yanlış yollara sevk ediyor. Kimin eli, kimin cebinde belli değil.” diyor Cumhurbaşkanı. Sosyal devlet ilkesini AK Parti’den daha iyi işleten bir parti henüz görünmüyor.
CHP’nin yeni yönetimi değişim yapacağım diye sakın yalnız kültürel boyutlara sıkışmasın. Yeni hikâyeler bulsun. Bu ülke artık mevcut olan bir dilim ekmeğin bölüşümü üzerinden değil, genişletilmiş sofraların adil bölüşümü üzerine yoğunlaşmalıdır.
AK Parti fert başına geliri 3.000 dolardan 10.000 dolara çıkardı. Siz de bu rakamı 15,000 doların üzerine çıkaracak hikâyelerin peşine düşün ama toplumu inandıracak gerçeklikte olsun.