NEVZAT ÜLGER

SON YÜZYILDA EKONOMİ VE SİYASET

Türkiye’deki ekonomik gelişmeler ile siyasi ve fikri gelişmeleri 1908 yılını başlangıç kabul ederek dönemsel olarak takip edersek, yer yer yükselişler, yer yer durgunluklarla karşılaşmakla birlikte, seri halde bir devamlılık görürüz.
1908 yılından 1918 yılına kadar ülkenin idaresini İttihat Terakki’ciler yürütmüşlerdir genellikle. Bu dönemde başa gelen padişahlar da güçlü olmadıklarından, hem kolaylıkla savaşa girişimizi, hem de ülkedeki parçalanmayı bu ekibe zimmetlemek çok da yanlış olmaz. Osmanlı bu kadronun yönetiminde Sykes-Picot oyununu rahatlıkla yutmuştur. Ülke bu kadronun döneminde beş milyon metrekareden 780.000 kilometre kareye sıkışmıştır. Bir kasıt var demiyorum ama olanlara da “ayıptır” diyorum.
1918 tarihinden sonra yapılan kurtuluş hareketlerini iyi anlamak için, çok vasıflı bir askeri kumandanın yanında, bu hareketin İslam’la ilişkisini iyi anlamak gerekir kanaatimce. Kurucu kadro içine dâhil edilmeseler de Kazım Karabekir’i Mehmet Akif’i, Halil Kut Paşa’yı ve milis güçlerine önderlik eden sivil liderleri nasıl atlayalım. Keza Osmanlı coğrafyasından bu harekete maddi ve beşeri katılımları nasıl unuturuz?. Daha sonra yapılacak inkılâplara fikir babalığı yapan Abdullah Cevdet ve Ziya Gökalp de yeniden incelenmelidir.
1924 yılından 1946 yılına kadar olan dönemde önemli ekonomik faaliyetlerden bahsedebiliriz: Merkez Bankası ile Etibank’ın ve Sümerbank’ın kuruluşu. Bu dönemdeki isimlendirmelerin aslında İslam öncesinden seçilen isimler üzerinden yapılması, “seküler paganizm” hevesi olarak isimlendirilebilir. Ayrıca Vehbi Koç ve belki birkaç kişinin daha devlet eliyle ekonomik olarak milyoner yapılması da olumlu anlamda kayda değer olaylardandır. Dar kapsamda bir “Merkantilizm” uygulaması da denebilir. Bu yıllarda Yunus Nadi’ye örtülü ödenekten “Cumhuriyet” gazetesi kurdurulmuştur. Bu gazetenin inanan kesime karşı tutumu bu gün ne ise o günlerde de oydu. Ayrıca romanları, hikayeleri ve şiirleri yayınlanan bu gün de bazı kesimlerin özellikle referans gösterdiği birçok isim sadece “Batılılaşma” davetçiliği yapmış, İslam’la ilgileri ya hiç olmamış ya da dinin paganlaştırılması noktasında olmuştur. Bunların içinde saman alevi gibi hemen parlayıp sönenleri de vardır, kalıcı olanları da. Ama hepsinde de ortak nokta; büyük çoğunluğunun İslam’la barışık olmadığını anlamak için uzman olmaya gerek olmadığıdır.
Bu dönemde iki belirleyici/yönlendirici kurumdan da bahsetmek yerinde olur. Kemalizm ideolojisini köylülere anlatmak için Köy Enstitüleri ile şehirlilere anlatmak için Halk Evleri projeleri olup, ömürleri kısa ve toplumdaki algıları arızalı da olsa kayda değer kuruluşlardır. Hatta Halk Evlerini görünür kılmak için 1932 yılında Türk Ocaklarının kapatıldığını, kapatılan derneğin kadrolarının ve mal varlıklarının Halk Evleri kadrolarına aktarıldığını da kaydetmekte fayda var.

Oluşturulmaya çalışılan ulus-devlet sürecinde din, toplumda her kesimin ve devlet kurumlarının değil de adeta toplumun bir kesiminin meselesi olarak görülmeye başlamıştır. Bu tutum görünürde 1947 yılına kadar devam etmekte olduğu görülmekle birlikte, esas itibarı ile 20. yüzyılın üçüncü çeyreğinin başlarına kadar devam etmiştir.
1946 yılından sonra dış şartların zorlaması ile çok partili hayata geçilmiştir. Gerçi çok partili hayata 1920’li yıllarda muvazaalı da olsa geçiş yapılmak istenmiş ama görülen lüzum üzerine hemen vazgeçilmiştir. Bu dönemin belki de en kayda değer özelliği, yavaş yavaş tasfiye edilen İslami hayat ve düşünüş tarzı, 1947’den itibaren “hibrit” olarak tekrar topluma iade edilmeye başlanmıştır. Çünkü görülmüştür ki, İslam’ın tasfiyesi toplumda içe kapanmaya ve fakirleşmeye neden olmuş, gelişmeyi durdurmuş ama Batıcılığı da bu toplumun çok büyük ekseriyeti kabul etmemiştir.
İkinci dünya savaşından sonra ABD merkezli olarak oluşturulan “Yeni Dünya Düzeni”, dahası Batı bloğu içerisinde yer almak isteyen Türkiye’nin NATO üyesi olabilmesi için; çok partili hayata geçmesi ve IMF ile Dünya Bankasına üye olması şartı getirilmiştir. Çok partili hayata geçtiğimiz dönemlerde Demokrat Parti’nin de bastırmasıyla 1948 yılında İmam Hatip Yetiştirme Kursları açılmıştır. Bu hareket aslında siyasi bir yatırım ve tamamen sembolik bir hareketti. Bu arada Demokrat Parti hareketinin de yarıya yakın bölümünün CHP anlayışı ile aynı olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Zaten Türkiye’de dönüştürücü hamle maalesef daima halktan değil, devletten gelmiştir. Temel soru şu; parlamenter demokrasimizde sivil oluşum diyeceğimiz partiler hangileridir?
1950 yılından sonra DP’nin iktidara gelmesi toplumun büyük kesiminde bir rahatlama meydana getirirken, köylülere toprak dağıtılması ile birlikte traktör sayısının artırılması da köylü kesiminde heyecan meydana getirmiştir. Keza ezanın aslına döndürülmesi de toplumda çok geniş bir rahatlama sağlarken, elektrik santralleri ve çimento fabrikalarının yapılması ile birlikte fiziki yapılaşma konusunda değişikliğe gidilmiştir.
1940’lı yıllardan itibaren öne çıkan bazı isimlerden ve yayınladıkları dergilerinden de bahsetmek gerekir. Nurettin Topçu ve Hareket dergisi, Necip Fazıl Kısakürek ve Büyük Doğu dergisi, Bediüzzaman ve Risale-i Nurlar hemen herkesin rahatlıkla fark edebilecekleri düşünürler ile yayınlarıdır. Ayrıca Süleyman Hilmi Tunahan ve hizmetleri de kayda değer faaliyetlerdendir. Bu isimlerin günümüz için de referans isimler olmaya devam ettiklerini kaydetmemiz gerekir kanımca.
1950’li yıllarda hükümet kalkınma adına, makineye, çimentoya, şekere ve et kombinalarının yapımına geçmek için önce sekiz yerde elektrik santrali yaptırmıştır. Santrallerin ardından çimento fabrikaları, sonra hem köylünün ekonomik yapılanmasına hitap eden hem de bütün yurtta gerekli olan şeker fabrikaları ile et-balık kurumları, arkasından da gübre fabrikaları faaliyete geçirilmiştir.

1960 yılında, 2010 yılına kadar tam 39 yıl devam edecek olan IMF anlaşmaları darbelerle başlatılmıştır. Bu darbe toplumdaki İslami düşünceyi geriletirken, darbeyi yapanlar tarafından solculuk ve milliyetçilik “en makbul” düşünceler olarak topluma sunulmuştur. Bunu başarmak görevini de “68 Kuşağı” denilen kitle yürütmüştür.
1965 seçimlerinde iktidar tekrar askeri yönetimden ve ona taraftar olanlardan geri alınmış ve hızlı bir kalkınma dönemi başlamıştır.
Bu dönemin en kayda değer ekonomik yatırımı, kalkınmanın motoru olan elektriğin bol olarak elde edilmesi için “elektrik santrali” yapımıdır. Özellikle Keban Barajı o dönemin en belirgin fenomenidir. O dönemin bütün solcuları, Marksistleri ve eski kaymak tabakası bu yatırımlara karşı çıkmayı, ayıplamaları görmezden gelerek günümüze kadar devam ettirmişlerdir.
1969 yılında siyasi hayatımıza yeni bir parti olarak “Milli Nizam Partisi” katılmış ama kısa sürede kapatılmıştır. 1971 yılında tekrar “Milli Selamet Partisi” kurulmuştur. Bu siyasi parti, 1994 yılında yerel yönetimlere, 1996 yılında da iktidara gelmiştir.
1980 bu ülkede sonradan cezalandırılacak olan yeni bir darbenin yapıldığı senedir.
1980 yılının başında Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığına getirilen Turgut Özal vasıtasıyla “İthal İkameci” kalkınma modeli yerine “İhracata Dayalı” kalkınma modelini benimsemiş, bu politikaların devam ettirilmesi için darbeden sonra da Özal’a kısa sürecek olan Başbakan Yardımcılığı tevdi edilmiştir. 1983 yılında yapılan seçimlere parti kurarak katılan Turgut Özal, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olduğu dönemlerde de ihracata dayalı kalkınma modeline devam etmiştir. Turgut Özal üç konuda yaptığı değişikliklerle Türkiye’nin hat değiştirmesine zemin hazırlamıştır: Siyasetin geniş halk kitlelerine yayılması, KOBİ’ler ve inşaat sektörü eliyle paranın Anadolu’ya transferi.
2002 yılında yapılan seçimler sonucunda AK Parti iktidara gelmiştir. Dar gelirlilere düşük ödemeli konut yapımı için TOKİ devreye alındı. KOBİ’ler ciddi anlamda desteklendi. Tablo uzun.
Bütün bunların ardından 15 Temmuz 2016 tarihinde yapılan başarısız darbe girişimini de birkaç noktadan mercek altına almak gerekir. Öncelikle yapılan alt yapı düzenlemelerinin ardından “IMF ile borç-alacak ilişkimizi kesiyoruz” cümlesi Batı için sersemletici bir darbe oldu. Çünkü bizim ülkemiz için IMF esas itibari ile 1881 yılında kurulan “Düyunu Umumiye” teşkilatının bir devamıydı. Batı borç vererek faiz yoluyla sömüremediği ülkeleri sevmez. Kaldı ki; “Dünya beşten büyüktür” cümlesi de Batı’nın megalomanisine çok büyük zarar veriyordu. Nitekim Batı intikam almak ve tekrar kendi yörüngelerine oturtulması için, Türkiye’de dini refaranslı olduğu imajı toplumda kabul gören bir cemaat eliyle darbe girişiminde bulundu. 15 Temmuz darbesi rejim değişikliği adına değil, Batı adına ülkeyi parçalama hareketleri olarak tarihe geçti.
Bütün engellemelere rağmen bu ülke kalkınma ve gelişmesini tamamlayacaktır elbette.

SON YÜZYILDA EKONOMİ VE SİYASET

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin