Osmanlı’nın kuruluşunda ve sonrasında da toplumun yönetiminde oldukça önemli roller üstlenen ve önemli roller verilen tarikatlar, 1925-1950 arasında sessizliğe bürünmüştü. 1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle birlikte tekrar görünür olan tarikatlar, özellikle 1980 sonrasında çıkarılan yeni ticaret yasalarıyla birlikte tarikatlar da ticarileşme ve sanayileşme hamleleriyle iktisadi hayatın içinde yer aldılar.
Ne var ki, dine mesafeli kişi ve gruplar tarafından bir zamanlar “miskinler tekkesi” diye olumsuz anlamda etiketlenen tarikatlar, son zamanlarda da bu oluşumların ticarileşmesinden ve sanayiye dahil olmasından rahatsız oldular.
Aslında; “2023 Türkiye’sinde hala tarikat ve cemaatleri konuşuyor olmak, bu yapıların ne denli derin ve köklü oluşumlar olduğunu, sosyal ve kültürel sermayemizin özellikle “aile” ve “gelenek” eksenli çıpasının kuvvetini gösteriyor.” diyebiliriz.
Günümüzde dergahlar artık yalnız “hu” çekilen, dini sohbetlerin yapıldığı, ibadet yapılan yerler değil. Bugün tarikatlar siyasetle, ticaretle iç içe olan ve ülkenin her meselesinin konuşulduğu mekanlar. Yani serbest piyasa ekonomisinin rekabet edebilme koşulları ve pazardan daha fazla pay kapabilme anlayışını benimsemiş, yaşamın her alanında, hedefledikleri kitlelere ulaşmayı amaçlayan birer sufi oluşumlardır.
Tarikatların elbette bir hedef kitlesi ve bu hedef kitleye özgü hizmetleri vardır ve olacaktır. Ancak tarikatlar aynı zamanda üyelerine maddi ve manevi destek için çalışıyorlar ve üyeleri sayesinde ciddi bir ekonomik güce de sahipler.
Her tarikat, cemaat kendi politikalarını yaymak için sosyal medya, eğitim, yurt, aşevi, gibi araçları kullanarak bu hizmetlerin başarıya ulaşmasında teknolojik imkânları kullanıyor. Eğitimden gıdaya birçok sektörde ve kendilerine ait medya araçlarıyla oldukça geniş bir etkinliğe sahip olan tarikatlar gün geçtikçe daha geniş kitlelere ulaşarak devasa şirketlere dönüşüyorlar.
Hem üye sayısının fazlalığına hem de sermaye birikimine sahip olan tarikatlar aynı zamanda siyaseti ve kültürü de etkileme avantajına sahip oluyor.
Aslında Osmanlı’dan beri tarikatlar hiçbir zaman sadece manevi dünyayı zenginleştirmek için kurulmadılar. Osmanlı’da da ticarette tarikatlar oldukça faaldiler. AHİ teşkilatları da birer tarikat değil miydi? Bugün ise tarikat şirketlerinin doğrudan devlet ihalelerine girmesi ya da ihaleyi kazanmaları her geçen gün bu oluşumların cazibesini arttırıyor.
Tarikatlar üyelerin maddi ve manevi refahlarını arttırmak amacıyla kurulmuş sosyal kulüplerdir. Tarikatlar yalnız zikir akşamlarından dolayı değil, ekonomik kuruluşları nedeniyle de müntesiplerinin sayılarını artırmaktadırlar. Ama bu hiçbir zaman bir monopol piyasa oluşturma hedefini içermez. İnsanları cemaat ve dini oluşumlara çeken bazı motivasyonların olmasını, dinle ilgisini kesmiş veya adettendir diye devam ettirenlerin bu durumlardan rahatsız olmaları işin doğrusu bir hayli hafiflik ve bilgisizliktir.
Pek tabii, kişinin inançlı olması bir tarikat mensubu olacağı anlamına gelmeyeceği gibi, tarikat mensuplarına da olumsuz bakma hakkını vermez. Unutmayalım; hiç kimse kişisel inançlarından dolayı kınanamaz.
Geleneksel İslam anlayışını temsil eden tarikatlar, insanların inanç problemlerini, dini bilgi eksikliklerini gidermek ve daha yoğun manevi bir yaşam ihtiyacını karşılamak, üyelerine muhafazakâr bir ahlak aşılamaya çalışmak için tasavvuf çizgisinde bir yol izlerler.
Tarikatların ticaretle ilişkisi ve yaklaşımı aslında İslam’ın temelini teşkil eder. Hz. Peygamberin Mekke’den Medine’ye hicretinden sonra ilk icraatı mescit (Kuba Mescidi) inşa etmek ve hemen arkasından pazar yeri (Medine Pazarı) oluşturmaktır. Ticaret merkezlerinin camilerin etrafında bulunması da, ticari sermayenin gelişimine verilen önemin diğer bir göstergesidir. Bu anlamda tarikat ve cemaatler bir yandan üyelerinin bireysel ve sosyal hayatını düzenlerken, bir yandan da bünyelerindeki firmalarla mal ve hizmet üretimi gerçekleştirerek üyelerinin refahını arttırmayı amaçlamaları İslam’ın özüne de uygundur.
Türkiye’deki dini grup ve cemaatler 1980’den sonra küresel şartların da etkisiyle tıpkı bir ticari firma gibi yapılanmış, eğitim, sağlık, kültür, medya, spor gibi çeşitli alanlara yönelmişlerdir.
Türkiye’nin serbest piyasa ekonomisine geçmesiyle tarikatlar de din dışı alanlarda genişleyip, siyasete müdahil olmuşlar, eğitim, sağlık ve daha pek çok alana ekonomik yatırım anlamında TV kanalları, okullar, hastaneler, şirketler kurdular.
Ülkenin iktisaden gelişip gelişmemesi konusunda 1980 öncesinde tarikatlara yüklenen “tembelliğe sevk ediyor” düşüncesi, 1980 sonrasında şirketleşme ve KOBİ oluşturma yasalarının kolaylaştırmasından sonra ortadan kalkmış ama dine mesafeli duran kişi ve gruplar bu defa da “tarikat ve üyeleri niçin ticaretin içinde bu kadar aktifler” diye dövünmeye başlamışlardır. Bazı TV kanallarının esas işlevi adeta dine ve dindara hakaret etmektir. Bunların atladıkları veya bilerek es geçtikleri konu; “İslam dininde Protestanlık olmaz” ilkesidir. Kaldı ki, “din şer’i, sistem beşeridir.”
Sonuç: Toplumların geri kalışları dinle ilişkili değil, siyaset uygulamalarıyladır. Bugün gelişmenin önündeki engeller sayılacak olursa zannederim ki; en fazla arkaik siyasi anlayışta ısrar eden hareketler listenin ilk sıralarında yer alırlar.